Türkiye'nin en sağlıklı sitesi Tedavix'in Katkılarıyla

25 Şubat 2010 Perşembe 0 yorum

Ağlayan çocuğunuzu susturmanın yolunu mu arıyorsunuz?

Çocuğunuzun ağlamasına neden olabilecek önemli ihtimalleri elemek ve onu susturmak için pratik ipuçları burada.


Bebekler, iletişim kurmak için öncelikle ağlarlar. Ağlamak, bazen herhangi bir huzursuzluğun ya da rahatsızlık belirtisinin göstergesi bile olmayabilir. Ama işimizi şansa bırakamayız.

Anne babaların bir çoğu, özellikle ilk çocuklarını büyütürken, bebeklerinin neden ağladığını anlamakta zorluk çekerler. Ağlamasının altında yatan nedeni sağlıklı ve çabuk bir biçimde tespit edebilmeniz için kontrol etmeniz gereken birkaç şey var;

Bebeğinizin altını kontrol edin.

Bakmanız gereken ilk yer, bebeğinizin altıdır. Bütün bebek bezi reklamlarında da gördüğünüz gibi, eğer altı kirli, nemli veya tamamen ıslanmışsa bebek rahatsız olacak ve ağlayacaktır. Bebeğinizin altını değiştirme vakti geldiyse, bunu sakın ertelemeyin. Çoğu durumda bu sorunu çözecektir.

Bazı bebeklerde ise bu durum tam tersine çalışır. Bebek bezinin sağladığı sıcaklığa ve sarmalanma hissine alışan bebek, altını değiştirmek istediğinizde rahatsızlanarak ağlamaya başlayabilir. Bu durumda yapmanız gereken şey, bebeğin stresini en aza indirecek şekilde, oldukça çabuk davranarak bebek bezini değiştirmektir. Hemen ardından bebeğinizin üzerini tekrar bir battaniye veya giysiyle örtün ki; kendini tekrar huzurlu hissedebilsin.

Bebeğinizin ateşini kontrol edin.

Bebeklerin ağlamasına neden olan ikinci yaygın sebep; sıcaklıktır. Türkiye’deki anna-babalarda yaygın olarak görülen bir yanlışı tekrarlayarak; bebeğinizi aşırı kalın ve kat kat giydirmiş olabilirsiniz. Bebeğinizi kontrol ederken, cildinin kızarıp kızarmadığına, terleyip terlemediğine ve göz bebeklerinin genişliğine bakın. Bu işaretlerden her biri bebeğinizin gereğinden fazla ısındığına işaret eder. Siz kaç kat giyiyorsanız bebeğinize bir kat fazlasını giydirmek, bebeğinizi giydirirken takip edebileceğiniz iyi bir yoldur.

Bebeğinizin beslenmesini kontrol edin.

Bebeğiniz acıkmış olabilir. Bebekler, ebeveynlerinin uygun gördüğü saatlerde veya onlara mantıklı gelen aralıklarla acıkmayabilir. Henüz beslediğiniz bebeğiniz, aradan yarım saat geçmeden tekrar ağlamaya başlayabilir. Örneğin bebeğinizi emzirirken geçen süre her zamankinden uzun olsa bile, bebeğiniz normalden daha az süt emmiş olabilir. Bu nedenle, bebeğinizin açlığını kontrol etmek için emzirmeyi veya biberon vermeyi deneyin. Aç olmasa bile, yalnızca emme refleksi dahi bebeğinizi sakinleştirebilir.

Bebeğinizin gazını kontrol edin.

Beslenmeden sonra bebeklerde gaz oluşabilir. Bebeğin sindirim sistemi yeni gelişmektedir ve beslenmek, böyle narin bir bünye için başlı başına bir iştir. Bazen bebeğinizin ağlaması; bebeğin sindirim sisteminde oluşan bir gaz kütlesi olduğunu ve bebeğinizin gaz çıkarmaya ihtiyaç duyduğunu gösterebilir. Omzunuza bir örtü koyun ve bebeğin karnı omzunuzun ön tarafına gelecek şekilde, bebeğinizi yerleştirin. Kafasının dik durduğundan emin olun ve gerekirse kafasını elinizle destekleyin. Sırtını daireler oluşturarak ovun. Sadece bebeğinizi omzunuza dayayıp gezmeniz bile ona yardımcı olabilir. Anne karnından alışkın oldukları için, bebekler hareketi severler.

Bebeğinizin çevresini kontrol edin.

Kundak süresi gereğinden fazla uzatılan bebekler, kundak / battaniye dışındayken alışkın olmadığı ve özgürce yapabildiği ani hareketler yüzünden korkup, huzursuzlanabilir. Bu nedenle bebeğiniz küçük bir battaniye veya kundak içerisine sarılmış halde kendini daha huzurlu hissetmeye eğilimlidir. Kolları vücuduna bitişik bir şekilde, durduğu zaman kendisini ana karnındaymış gibi hisseder. Sağlık danışmanınız size bebeğinizin sağlıklı biçimde nasıl kundaklanacağı gösterecektir. Bebeğinizi kundaklarken, fazla sıkmamalısınız.

Son Tur

Yukarıda anlatılan herşeyi kontrol ettiniz; bebeğinizin ihtiyaçlarını giderdiniz fakat bebeğiniz hâlâ ağlamaya devam ediyor. Bebeğinizin kulağına doğru eğilerek hafifçe “Şıhhhhhh” diye seslenin. (Midye kabuğu veya istiridyeyi kulağınıza dayadığınızda çıkan sesi hatırlayın.) Bu; bebeğin anne karnında duyduğu seslere yakın bir sestir ve bebek üzerinde yatıştırıcı bir etkisi vardır.

Zaman ilerledikçe, bebeğinizin ağlamaları arasındaki farkı algılayabileceksiniz ve her seferinde bütün ihtiyaçlarını gözden geçirmek zorunda kalmayacaksınız. Fakat bütün bunların haricinde bebeğinizin hasta olduğunu düşünüyorsanız ve bütün ihtiyaçlarını giderdikten sonra ağlamaya devam ediyorsa, siz en iyisi, her şeyin yolunda gidip gitmediğinden emin olmak için bir uzmana başvurun.

Peki çocuğunuz 3-6 yaş arasındayken ne yapacaksınız?

Çok basit. Çocuğunuzun kafasını karıştırın.

Çocuğunuz koşarken düştü ya da istediği bir şeyi yapmadığınız için ağlıyor. Koşarken düşen ve ağlamaya başlayan çocuğa “Tuzu niye döktün? Çabuk yere dökülen tuzları topla!” diyerek düştüğü yeri işaret edin.

Çocuk yerde olmayan tuzu arayacak ve siz tuzu toplamasını ısrar ettikçe o ağlamayı kesecektir. Çünkü yerde olmayan tuzu aradıkça dikkati dağılacak ve ağlamasına neden olan dürtüyü unutacaktır.
Bu yaşlardaki çocuklar henüz somut ve soyut kavramların ayrımını yapamadıkları için; kendi istekleri sebebiyle ağlamayı bırakıp, hayalgücünü besleyen ve gerçeklik algısına meydan okuyan “olmayan tuza” odaklanırlar.

Bu noktada önemli olan, sizin de orada gerçekten tuz varmış gibi davranıp, ısrarcı olmanızdır. Eğer, çocuk ilgi göstermediğinde hemen pes ederseniz, çocuğunuzu uzun bir süre daha susturamayabilirsiniz.
19 Şubat 2010 Cuma 0 yorum

Aile fertlerinin müdahalesi ömrü kısaltırken, dostluklar ömrü uzatıyor.

Aile bağları insanların daha uzun yaşamasını sağlar mı?” 

Herkesin merak ettiği bir soru var; “Aile bağları insanların daha uzun yaşamasını sağlar mı?”


Hergün gazetelerde, dergilerde veya internet sitelerindeki “Bunları biliyor muydunuz?” başlıklı haber köşelerinde okuyoruz; “Aile bağları kuvvetli olanlar daha uzun yaşıyor.” Peki bu gerçek mi?

Evli insanların; ömrünü bekâr hayatı sürdürerek geçiren insanlardan daha uzun yaşadığına inanıyoruz. Ya da geniş aile mensuplarının, yalnız yaşayanlara göre yaşam beklentilerinin daha olumlu olduğuna yönelik önyargılarımız var. Bu önyargıları besleyen bilgiler hemen her gün karşımıza çıkıyor; Araştırmalar, istatistiki veriler, uzman görüşleri ve haberler...

Aslında bütün bu araştırmaların vermek istediği mesaj şudur; “İyi aile ilişkileri, düzenli bir sosyal yaşam genç kalmamızı sağlar. Ajandamızda büyük bir yer kaplayan aile ilişkileri -kimi zaman bu başarıyı iş hayatı ile birlikte sürdürmek gerçekten zahmet verici olsa da- sağlığımızı olumlu yönde etkiler.”

Bunun dışında toplumda genel kabûl görmüş bir yargı daha var; “Yalnız yaşayanlar, bekarlar ya da aile birliğinden yoksun kişiler daha kötü beslenir, daha az uyur, daha fazla stres yaşar ve daha erken ölürler.” Yalnızca Türk toplumunda değil, Dünyanın hemen her köşesinde geçerli olan bir düşünce bu; hayat boyu varlığını devam ettiren aile bağlarının yaşam kalitesini arttırdığı ve yaşam beklentisini uzattığı... Yalnız burada bir ayrıntıyı atlamamakta yarar var;

Aile derken; yalnızca insanın doğup büyüdüğü ve ergenlik yıllarının sonuna kadar gelişimini içinde tamamladığı topluluktan bahsetmiyoruz. 'Ergenlikten sonra evlenen, eşi ve çocuklarıyla beraber yaşayan aile üyeleri kavramı' da bu yazının odak noktasını oluşturuyor...

Bu yargılarımızın doğru olup olmadığını anlamak için Avustralya’da 70 yaş üzeri 1500 kişinin incelendiği bir araştırma yapıldı. Amaç yaşam boyu süren aile bağlarının insanın yaşam kalitesi ve beklentisi üzerindeki etkisini ölçmekti. Bu kişilerin sosyal davranış biçimleri, sağlık gelişimleri ve rahatsızlık süreçleri düzenli olarak takip edilerek kaydedildi. Avustralya’da ortaya çıkan sonuç şuydu:

Sıkı dostlara sahip olmak; sıkı aile bağlarına sahip olmaktan daha fazla işe yarıyor.

Peki bu sonuç neyi gösteriyor? Uzun yaşamak için ailemizle olan bağlarımızı zayıflatmamız mı gerekir?

Tabii ki hayır. Sadece ilişkilerimizi dengede tutmamız gerekiyor.

Türk aile yapısı, bir çocuğun tüm  yaşamı boyunca devam eden koruma ve desteği beklentisiz olarak sağlarken, aynı zamanda ailelerin kişilerin yaşamına uzun yıllar boyunca müdahale edebilmesine olanak sağlıyor. Bu durumun bazı önleyici ve olumlu etkileri olsa da, müdahalelerin sıklığı; çeşitli kişilik bozuklukları, güvensizlikler, bunalımlar ve çatışmalara da neden olabiliyor. Ailelerin ergenlik ve yetişkinlik aşamalarında bile çocuklarına “çocuk” gibi davranmaya devam etmesi, kontrol bağlarını sıkılaştırdığı kadar aile bağlarını zayıflatıyor. Sağlıklı ve mutlu bir hayat için aile ilişkilerinin sınırlarına kesinlikle dikkat etmemiz gerekir.

Bu sınırları nasıl belirleyebiliriz?

1992 yılında Adelaide’de başlayan ve 10 yılı aşkın bir süre boyunca devam ettirilen araştırma, yaşam beklentisi üzerinde etkili olan olumlu / olumsuz birçok faktörü belirlemek üzere tasarlanmıştı. Bildiğiniz üzere yaşam kalitesi ve süresi yalnızca beslenme şekli, fiziksel aktiviteler ve genetik yapınızdan değil; en az bunlar kadar yaşam koşulları, ekonomik / sosyal statü ve günlük alışkanlıklardan da etkileniyor. Bu düşünce önceleri yalnızca “sosyal bir teori” olarak görülse de, yapılan araştırmaların sonucu bu durumu istatistiki olarak ölçülebilir bir veri haline getirdi. Uzmanlar sosyal ve iletişimsel davranışların insan ömrünü uzatabildiği (ya da kısaltabildiğini) saptamış oldular.

Araştırmada, araştırmaya konu olan kişilerin ne sıklıkta ve uzunlukta eşleri, çocukları, arkadaşları, dostları ve akrabalarıyla görüştükleri, bu görüşmelerin tipi (yüzyüze, telefonda, yazışarak vs) hakkında her yıl detaylı olarak bilgi alındı. Sonuçlara göre en uzun yaşayanlar, arkadaşlarına ve dostlarına en fazla vakit ayıranlardı. (Aynı zamanda bu kişilerin akraba sayısının da çok olduğu gözlemlendi.) Sabit bir arkadaş çevresi olamayan kişiler en kısa ömürlülerdi. İnanması güç olsa da kişilerin kendi çocuklarıyla ya da akrabalarıyla yakın bağları olup olmaması, yaşam beklentilerini neredeyse hiç etkilemiyordu. Özellikle kaybedilen eşler / arkadaşlar karşılaştırıldığında insanların her ikisine de eşit derecede tepki verdiği görüldü.

Bu araştırmanın sonuçlarını yayınlayan uzmanlar kişinin yaşam kalitesi, hayat tarzı ve beklentilerini öncelikle arkadaşların ve dostların belirlediğine inanıyor. Aile fertleri, önemli bir etkide bulunmuyor.

Ayrıca bu araştırmanın sonuçlarına dayanarak yapılan bir gözlemde, yaşlı insanların sigarayı bırakmak, alkol tüketimini kesmek ya da doktora görünmek gibi konularda öncelikle eşlerini ya da çocuklarını değil, arkadaşlarını ve dostlarını dinledikleri ortaya çıktı. Uzmanlar ayrıca, arkadaşlarla kurulan samimiyetin ruh hali ve özgüveni, aile fertlerinden çok daha fazla etkilediğini ortaya koydu. Zor durumlarla baş etme stratejilerinde ailesi tarafından desteklenen ve tam bireysellik kazanamamış bireylerin bile aileden değil, arkadaşlardan yardım istemeye eğillimli olduğu görüldü.

Aile bireylerimizin mutluluğu ve yaşam beklentilerinin yükselmesi için onların özel hayatı ve kararlarına saygı duymamız gerekiyor. Bu sınırı belirlemek için uygulamamız gereken üç temel adım var:

Fikir sunmak ile dikte etmek arasındaki farka dikkat edelim.

Bize doğru gelen birşey, çocuğumuzun, annemizin ya da kardeşimizin hayatı, kurduğu sosyal dengeler ve işi açısından yanlış olabilir.Sabit fikirli olmak yerine konuşarak orta yolu bulmaya çalışmak en iyisidir.

Doğru ve yanlışı tanıması için aile bireylerimize özgürlük sağlayalım.

Bazı insanlar yaşamadan öğrenemez. Bu demek değil ki çocuğumuz, kardeşimiz vs. yanlışa doğru sürüklenirken hiçbirşey yapmadan oturacak ve herşeyi kendi haline bırakacağız... Yapacağımız uyarılar hayati önem taşıyabilir. Fakat tüm uyarılarımıza rağmen hayatını olumsuz yönde etkileyecek kararlar alan aile fertlerimizi, bu kararın sorumluluğu ile yüzleşmek konusunda özgür bırakmalıyız. Eğer onların tüm hatalarını biz telafi edersek, hatalarından ders almazlar.

Kendi kendimize aşamayacağımız problemler olabilir. Böyle durumlarda uzman desteği almaktan çekinmeyin.

Bazı sorunları komşularınızla dertleşerek, sert kurallar koyarak ya da radikal yasaklar getirerek aşamazsınız. Böyle açmazlarda en doğru olan; problem çözülemez hale gelmeden önce bir uzmana danışmak ve psikolojik destek / danışmanlık hizmeti almaktır. “Etraf ne der?” ya da “İşe yaramaz ki...” gibi geçersiz düşüncelerin peşine takılarak zaman kaybetmeyin.

Son olarak bir açıklama; “Yetişkinler neden çoğunlukla aile fertleri yerine dostlarını tercih ediyorlar?”

Canberra Üniversitesi’nden Anthnoy Jorm’a göre yetişkin insanların çoğu ailenin varlığını doğal ve olması gereken bir faktör olarak algılarken, arkadaşlıkların korunması ve sürdürülmesi için çaba gösterilmesi ve fedakarlık yapılması gerektiğine inanıyor. İşte bu nedenle, olumlu yöndeki ilgi ve çabanın sonucunda dostlarımızın yaşam kalitemizi arttırdığını ve yaşam beklentimizi yükselttiğini düşünüyoruz.
0 yorum

Zihninizi susturmayı öğrenin

Meditasyon’a öyle her isteyen başlayamıyor. Bunun için doğruları bilmeye ihtiyacınız var.



Uykunuzda bile düşünce halinde olan zihninizi susturmak ya da en “kötü ihtimalle” daha iyi düşüncelere yöneltmek sizin elinizde. Bunu yapmak için –zannedilenin aksine- özel bir hazırlığa gerek yok. Mumlar almanız, tütsüler yakmanız, okyanus manzarası olan bir eve taşınmanız ya da evinizin tüm iç dekorasyonunu Uzakdoğu Felsefelerine göre yenilemeniz gerekmiyor. Bu yazıda gün içinde uygulayabileceğiniz pratik, geçerli ve işe yarayan yöntemleri ve bunlar için yapmanız gereken bir kaç ufak düzenlemeyi anlatacağız. Doğru meditasyonla iş hayatının, çocuk büyütmenin, sınavlarla boğuşmanın ya da ekonomik sıkıntıların ağırlığından beklemediğiniz şekilde çabuk ve etkili biçimde kurtulabilir, zihninizi düzenleyerek hayatınızın getirdiği sorunlarla daha etkin şekilde mücadele edebilirsiniz. Ama öncelikle zihninizi susturmayı öğrenmeniz gerekli!

Tebdil-i mekanda ferahlık vardır

Meditasyona başlamak isteyen ve başladıktan sonra umduğu “mucizeyi” göremeyen kişilerin çoğu, sabırsızlanararak şikayetçi olur ve “kandırıldıklarını” iddia ederler. Halbuki yapmaları gereken asıl şey “kandırıldıklarını iddia ederek” ağlamak yerine, ağlayan zihinlerini kandırmak ve yatıştırmaktır. Bunun için masrafsız, enerji tasarrufu sağlanabilecek ve işe yarayan birkaç küçük hilemiz var;

Odaklanamıyorsanız, odak noktanızı değiştirin.

Bazı insanların bazı şeyleri yapmak için mekan değiştirmeye ihtiyacı vardır. Bunun en temel sebebi; yaşadığımız alanlardaki objelerin ve o alanlarda yaptığımız günlük aktivitelerin bir “uyarıcı” olarak beynimize kaydediliyor olmasıdır. Örneğin eve geldikten sonra gününüzün büyük bölümünü oturma odasında geçiriyorsanız, meditasyon tekniklerini oturma odanızda hayata geçirmemek iyi bir fikir olabilir. Neden mi?

Yemek masasına bakarak acıkan, TV’ye bakarak Aşk-ı Memnu dizisinin son bölümünü düşünen ya da eşinin ters biçimde bırakıp gittiği terliğe bakarak batıl inançları tetiklenen kişiler, meditasyonun temel dinamiği olan “odaklanma” becerisinden uzaklaşırlar. Bunun yerine zihninizi susturduğunuz ve bilinçli biçimde –büyük ihtimalle- en az vakit geçirdiğiniz yer olan yatak odanıza giderek, odaklanmayı sağlamak için yerinde bir hamle yapabilirsiniz.

Odanızı düzenleyin.

Dağınık çalışanlar, bekâr hayatı için bahane bulan kişiler ya da usanmış ev hanımları bundan hoşlanmayacak fakat; meditasyon yapacağınız odanın biraz derli toplu olması gerekiyor.


Yalnız hatırlatmalıyız ki, derli toplu derken; takıntılı bir insanın dehşet verici düzen oranına sahip, steril bir operasyon merkezinden bahsetmiyoruz. Nevresim takımı örtülmüş, kurumaya bırakılmış yumuşatıcı kokan çamaşırlarca işgal edilmemiş, dikkatinizi dağıtabilecek parlak / enteresan objelerle süslenmemiş bir yatak odası meditasyon için ideal olabilir.

Duruşunuzu Düzeltin

Rahat bir yerde oturun. Tercihen odanın ortasında ve bağdaş kurmuş olarak oturmanız iyi olabilir. Bel kemiği zemine 90 derece dik durumda olmalıdır. (Çalışma içinde yorulmak ve bu dikliğin bozulması mümkündür. Bu olursa zarar yoktur.)

Meditasyona yeni başlayan kişiler, filmlerde gördükleri oturuş tekniklerini tekrarlayacağım derken işin özünü kaçırırlar. Bilgisayar başında oturmaktan betonarme yapılara dönüşen kas sistemi, sırf siz istiyorsunuz diye istediğiniz şekli almaz. O yüzden bağdaş kurmak konusunda zorlanıyorsanız; vazgeçin. Oturabildiğiniz en rahat pozisyon, sizin için ideal olandır. Daha sonra çeşitli egzersiz ve alıştırmalar yaparak ideal meditasyon pozuna bürünebilirsiniz.

Şu pozisyonu kafanızda canlandırın:

İki eliniz, iki dizin üzerinde rahat bir konumdadır. Kafa geriye kalkık veya öne eğilmiş değildir. Kafanın dikliği, başın arkasının, bel kemiği ile aynı doğrultuda olmasına yetecek kadardır. Yani sırtınızı ve başınızı, ensenizi bir duvara dayamış gibi bir dikliktesiniz.

Şimdi kafanızda canlandırdığınız pozisyonu uygulayın.

Bu pozisyona alışmak için kendinize biraz zaman tanıyın. Vücudunuz ve zihniniz olduğunuz konuma alışana kadar kendinizi “uçmak için zorlamamak” akıllıca olacaktır.

Bütün gün bilgisayar başında çalışan kişilerin omurgaları, bu beklenmedik dikliğe tepki göstererek ağrımaya, karıncalanmaya veya tekrar kamburlaşmak için çeşitli protestolara başlayabilir. Omurganızı dinlemeyin. Doğru ve etkili nefes alabilmek ve ciğerlerinizin tüm potansiyelini kullanmak için dik durmak zorundasınız.

Nefes Alın, nefes verin, ekosistemimize can verin.

Bunu hayatta olduğunuz sürece hergün yaptığınız için pek heyecanlı gelmeyebilir ama doğru nefes almak; gerçekten heyecan verici değişikliklere neden olabilir.

Meditasyon için önce on veya yirmi defa birinci nefes tekniğini tekrarlayacaksınız.

Nefes tekniği yapılırken düşüncelerin daldan dala atlaması ya da ilgisiz konulara odaklanmak, meditasyon guruları tarafından hoş karşılanmaz. Neyse ki biz guru değiliz. Düşüncelerinizi yeşillik, şelale, kumsal, börtü böcek üzerine odaklamanız için zihinsel bir zorlamaya gerek yok. Beyninizi rahat bırakın. Zaten bir süre sonra yaptığınız işe odaklanacak ve “Spam” düşüncelerden kurtulacaksınız. (Bu aşamada sadece ciğerler genişletilmekte ve etkili nefes alış verişi için operasyona hazırlanmaktır.)

Doğru nefes alıp vermek ne demek?

Doğru nefes alma tekniğinde nefes; burundan kısa sürede ve hızla alınır. Böylece bir kerede alabileceğiniz en yoğun miktardaki oksijeni direk iç etmiş olursunuz. Maalesef bu dünyadaki herşey gibi, nefes de kalıcı değil... Üzgünüz fakat bu gerçekle baş etmeniz gerekiyor; aldığınız nefesi geri vermek zorundasınız. Geri verirken, isteksizliğinizi belli edin ve ağızdan ağır ağır verin.

Unutmayın; nefesin verilişi mümkün olduğu kadar uzamalıdır. Hava boşalınca karın adaleleri kasılıp, içeriye çekilerek ciğerlerdeki son hava kırıntıları da dışarıya atılır.

Bu şekilde ilk çemberi tamamladıktan sonra, yoruluncaya ya da başınız dönünceye kadar nefes alıp vermeye devam edin. Nefes çalışmasını yaparken yorulduğunuz takdirde duraklayıp, bir, iki normal nefes alıp vermeniz mümkün ve gereklidir. Bu nefes tekniği ve zorlamalar; sigara içen talihsiz ve kader mahkûmları için de faydalıdır. Birinci nefes tekniğini kararlaştırdığınız sayıda yaptıktan sonra zihin susturma çalışmalarına başlayabilirsiniz.

...ve beklenen an: Zihnimizi susturuyoruz!

Yere çömelip bağdaş kurunca meditasyonun %50’sini tamamladığını zanneden kişiler için kötü haber fakat; henüz meditasyona başlamadık. Şimdilik yalnızca zihnimizi susturuyoruz.

Önce yine aynı şekilde nefes alacaksınız ve aynı şekilde nefesi boşaltacaksınız.

Nefesi boşalttıktan sonra karın adalelerinizi kasarken, normal nefes çalışmasından daha gevşek davranacaksınız. Böylece içerde çok az miktarda hava kalacak.

Nefes boşaldıktan sonra gözlerinizi kapatıp, nefesinizi tutacaksınız.

Bu durumda -yani ciğerlerde hava yokken- nefes tutmak, nefes aldıktan sonra nefes tutmaktan çok daha zor ve kısa sürelidir.

Bir iki denemeden sonra, reflekslerinize yenilip nefes almamayı öğreneceksiniz.

Nefesinizi tuttuğunuz o kısa ana saliseler, saniyeler eklenecek.

Kısa süreler için dahi olsa nefessiz kalan vücudunuz; zihninize şu mesajı göndermeye başlayacak:

“Nefes alıp vermek ne kadar güzel birşey. Hayatta herşey boş.”

Bu durumu düzenli olarak tekrarladıktan sonra zihniniz gerekli mesajı alarak sakinleşmeye ve sürecin sonunda ise susmaya başlayacak.

Bu durumdayken zihinsel sesinizi susturmanın, normal bir zamanda veya ciğerlerde hava varken susturmaktan çok daha kolay olduğunu göreceksiniz.

İçinde olduğunuz durum en fazla iki veya beş saniye sürebilir.

Bundan sonra ya nefesiniz tükenir ve nefes alma ihtiyacı duyarsınız ya da zihniniz tekrar konuşmaya başlar.

Her iki durumda da nefes alıp, baştan başlayacaksınız.

Zihinsel sesinizi uzun süre sustursanız da nefesinizi tutmak için zorlamayın. Ciğerlerdeki en ufak zorlanmada nefes alarak baştan başlayın.

İşte nefesinizi tutuğunuz o kısacık anda zihinsel sesinizi durdurunca, zihni susturmanın ne demek olduğunu anlayacaksınız.

Bu çalışmayı başlangıçta günde iki, ilerleyen aşamalarda ise beş dakika yapmanız yeterlidir.

Zihninizi susturma ve nefes tutma süreniz giderek artacaktır.

Bu şekilde on beş gün, bir ay çalıştıktan sonra normal meditasyon çalışmalarına başlayabilirsiniz.
1 Şubat 2010 Pazartesi 0 yorum

Güzellik ve Estetik İçin Doğru Bilinen Yanlışlar

Kolajen içeren prepatların tıbbi açıdan önemsenecek bir değeri yok.

Kolajen içeren kremler ve kozmetik ürünleri bugünlerde çok revaçta. Ançak bu kremleri cilt dışına uygulayarak vaad edilen etkinin gerçekleşmesi mümkün değil. Çünkü birçok kremin ve bakım ürününün içinde bulunan kolajenin cildin içine nüfuz edemez ve bu yüzden cildi içerden güçlendirmesi ya da esnekleştirmesi gerçekçi bir iddia değildir. Kolajen molekülü böyle bir işlem için çok büyüktür.

Buna rağmen kolajenli kremler kırışıklıkları önlemede ve çeşitli anti-aging kampanyalarında yıllarsır etkili bir koruma olarak duyuruluyor. Ancak bu tür bir cilt bakımı yalnızca kozmetik endüstrisinin çıkarlarına hizmet eder, tıbbi açıdan hiçbir değeri yoktur. Olsa olsa, kremlerin içindeki diğer maddelerin cildi besleyici özelliğinden fayda görülebilir.

Salatalık maskesi cildi gerginleştirmez, kurutur.

Salatalık maskesi güzellik bakımının klişesi ve herkes tarafından bilinen bir karikatürü haline geldi. Saçlara sarılmış bir havlu, yüzde salatalık dilimleri ve dakikalarca bekleyen kadınlar... Maalesef eğer böyle bir maskeyi yüzünüze uyguluyorsanız bu size fayda getirmekten çok zarar verecek çünkü salatalıklar cildi gerginleştirmez, aksine cildin daha çok kırışmasına sebep olur. Çünkü salatalık cildin nemini çeker, böylece cilt kurur ve kırışmaya elverişli hale gelir.

Göz altı torbacıkları uykusuzluk ya da fazla uyku nedeniyle oluşmaz.

Popüler bir inanışın aksine göz altı torbacıklarının akut uykusuzluk ya da kronik uyku yetersizliği ile pek fazla ilgisi yoktur. Gözün altında (ve aslında üstünde de) yer alan torbalar daha çok bir yaşlanma belirtisidir. Göz yuvası bölgesindeki yağlar derinin altında toplanır ve insanın yorgun görünmesine sebep olan şişlikleri yaratır. Eğer kişide genetik yetkinlik varsa, göz altı torbacıkları günde 10 saat uyumakla bile önlenemez; çünkü bu yaşlanma belirtisidir. Bu durumun gözyaşı bezleri ya da kanallarıyla bir alakası yoktur.

Siğiller “okununca” değil, geçeceğine inanırsanız geçer.

Bilim insanı uzaya göndermeyi çoktan başardı fakat siğiller ne zaman oluşur, ne zaman yokolur hâlâ tam olarak bilemiyoruz. Bu nedenle siğiller konusunda bilimsel olsun ya da olmasın kesin bir yargıya varmak gerçekten imkansız.

Almanya’da yapılan araştırmalar “batıl inancın” bir çok kişide işe yaradığını göstermiş çünkü plasebo etkisi siğillerde, diğer hastalıkların birçoğundan daha falza görülüyor. Tedavi, hastalar “okumanın” işe yaradığına %100 inanırsa başarılı olabiliyor; çünkü hasta psikolojik olarak kendini bu yönde telkin etmiş ve biriken stresi azaltmış oluyor.

Siğiller genellikle ciltte bir virüs enfeksiyonu başgösterdiğinde oluşur. Bu rahatsızlık verici fazlalıkların tedavisinde, siğillerin dondurulmasının fayda sağladığı kanıtlandı. Bu yöntemle virüslerin etkilediği cilt hücreleri kurutulur ve virüsler soğuğa maruz bırakılarak öldürülür. Siğillerden kurtulmak için bir büyücüye gitmeden önce, doktorunuza danışmanızda kesinlikle fayda var.
0 yorum

Ambulansa Nasıl Yol Verilir?

Ambulansa yol vermek için ne yapmanız gerektiğini biliyor musunuz?



Trafikte sağ şeriti kullanan sürücülerin dikkatine!

Şehir trafiğinde yol alırken birçoğumuzun şahit olduğu üzücü bir manzara; onlarca araç arasına sıkışmış bir ambulans ve sağa-sola kaçışmaya çalışan çaresiz sürücüler...

Hepimiz Ambulans sireni duyduğumuzda "yol vermemiz gerektiğini bilsek de" verecek yol bulamıyoruz. Bunun en temel nedeni bilinçsizlik.

Ambulans sol şeridi kullandığı için, ambulansa yol vermesi gereken sürücülerin sol şerittekiler olduğu zannediliyor. Peki ama sol şeritteki kullanıcı kaçacak yer bulamadıktan sonra ambulansa nasıl yol versin?

İşte en önemli kural ve sadece frene basarak bir kişinin hayatını kurtarabileceğiniz bir hatırlatma:

Sağ şeritteki sürücüler!
 
Ambulans sireni duyduğunuz zaman, arkanızdaki aracın takip mesafesini dikkate alarak yavaşça frene basın ve DURUN.

Böylece sağ şeritteki trafik durur ve sol şeritte ambulansa yol vermeye çalışan sürücüler kaçacak yer bulur.

Bu ufacık hamle ile birçok kişinin hayatını kurtarabilir ve ambulansın kaza yerine ya da hastaya en kısa sürede ulaşması için size düşen insanlık görevini yerine getirmiş olursunuz.

Eğer bu gözardı edebileceğiniz kadar önemsiz gibi görünüyorsa bir kere daha düşünün:

Ya o ambulans sizin için yoldaysa?