Türkiye'nin en sağlıklı sitesi Tedavix'in Katkılarıyla

25 Şubat 2010 Perşembe 0 yorum

Ağlayan çocuğunuzu susturmanın yolunu mu arıyorsunuz?

Çocuğunuzun ağlamasına neden olabilecek önemli ihtimalleri elemek ve onu susturmak için pratik ipuçları burada.


Bebekler, iletişim kurmak için öncelikle ağlarlar. Ağlamak, bazen herhangi bir huzursuzluğun ya da rahatsızlık belirtisinin göstergesi bile olmayabilir. Ama işimizi şansa bırakamayız.

Anne babaların bir çoğu, özellikle ilk çocuklarını büyütürken, bebeklerinin neden ağladığını anlamakta zorluk çekerler. Ağlamasının altında yatan nedeni sağlıklı ve çabuk bir biçimde tespit edebilmeniz için kontrol etmeniz gereken birkaç şey var;

Bebeğinizin altını kontrol edin.

Bakmanız gereken ilk yer, bebeğinizin altıdır. Bütün bebek bezi reklamlarında da gördüğünüz gibi, eğer altı kirli, nemli veya tamamen ıslanmışsa bebek rahatsız olacak ve ağlayacaktır. Bebeğinizin altını değiştirme vakti geldiyse, bunu sakın ertelemeyin. Çoğu durumda bu sorunu çözecektir.

Bazı bebeklerde ise bu durum tam tersine çalışır. Bebek bezinin sağladığı sıcaklığa ve sarmalanma hissine alışan bebek, altını değiştirmek istediğinizde rahatsızlanarak ağlamaya başlayabilir. Bu durumda yapmanız gereken şey, bebeğin stresini en aza indirecek şekilde, oldukça çabuk davranarak bebek bezini değiştirmektir. Hemen ardından bebeğinizin üzerini tekrar bir battaniye veya giysiyle örtün ki; kendini tekrar huzurlu hissedebilsin.

Bebeğinizin ateşini kontrol edin.

Bebeklerin ağlamasına neden olan ikinci yaygın sebep; sıcaklıktır. Türkiye’deki anna-babalarda yaygın olarak görülen bir yanlışı tekrarlayarak; bebeğinizi aşırı kalın ve kat kat giydirmiş olabilirsiniz. Bebeğinizi kontrol ederken, cildinin kızarıp kızarmadığına, terleyip terlemediğine ve göz bebeklerinin genişliğine bakın. Bu işaretlerden her biri bebeğinizin gereğinden fazla ısındığına işaret eder. Siz kaç kat giyiyorsanız bebeğinize bir kat fazlasını giydirmek, bebeğinizi giydirirken takip edebileceğiniz iyi bir yoldur.

Bebeğinizin beslenmesini kontrol edin.

Bebeğiniz acıkmış olabilir. Bebekler, ebeveynlerinin uygun gördüğü saatlerde veya onlara mantıklı gelen aralıklarla acıkmayabilir. Henüz beslediğiniz bebeğiniz, aradan yarım saat geçmeden tekrar ağlamaya başlayabilir. Örneğin bebeğinizi emzirirken geçen süre her zamankinden uzun olsa bile, bebeğiniz normalden daha az süt emmiş olabilir. Bu nedenle, bebeğinizin açlığını kontrol etmek için emzirmeyi veya biberon vermeyi deneyin. Aç olmasa bile, yalnızca emme refleksi dahi bebeğinizi sakinleştirebilir.

Bebeğinizin gazını kontrol edin.

Beslenmeden sonra bebeklerde gaz oluşabilir. Bebeğin sindirim sistemi yeni gelişmektedir ve beslenmek, böyle narin bir bünye için başlı başına bir iştir. Bazen bebeğinizin ağlaması; bebeğin sindirim sisteminde oluşan bir gaz kütlesi olduğunu ve bebeğinizin gaz çıkarmaya ihtiyaç duyduğunu gösterebilir. Omzunuza bir örtü koyun ve bebeğin karnı omzunuzun ön tarafına gelecek şekilde, bebeğinizi yerleştirin. Kafasının dik durduğundan emin olun ve gerekirse kafasını elinizle destekleyin. Sırtını daireler oluşturarak ovun. Sadece bebeğinizi omzunuza dayayıp gezmeniz bile ona yardımcı olabilir. Anne karnından alışkın oldukları için, bebekler hareketi severler.

Bebeğinizin çevresini kontrol edin.

Kundak süresi gereğinden fazla uzatılan bebekler, kundak / battaniye dışındayken alışkın olmadığı ve özgürce yapabildiği ani hareketler yüzünden korkup, huzursuzlanabilir. Bu nedenle bebeğiniz küçük bir battaniye veya kundak içerisine sarılmış halde kendini daha huzurlu hissetmeye eğilimlidir. Kolları vücuduna bitişik bir şekilde, durduğu zaman kendisini ana karnındaymış gibi hisseder. Sağlık danışmanınız size bebeğinizin sağlıklı biçimde nasıl kundaklanacağı gösterecektir. Bebeğinizi kundaklarken, fazla sıkmamalısınız.

Son Tur

Yukarıda anlatılan herşeyi kontrol ettiniz; bebeğinizin ihtiyaçlarını giderdiniz fakat bebeğiniz hâlâ ağlamaya devam ediyor. Bebeğinizin kulağına doğru eğilerek hafifçe “Şıhhhhhh” diye seslenin. (Midye kabuğu veya istiridyeyi kulağınıza dayadığınızda çıkan sesi hatırlayın.) Bu; bebeğin anne karnında duyduğu seslere yakın bir sestir ve bebek üzerinde yatıştırıcı bir etkisi vardır.

Zaman ilerledikçe, bebeğinizin ağlamaları arasındaki farkı algılayabileceksiniz ve her seferinde bütün ihtiyaçlarını gözden geçirmek zorunda kalmayacaksınız. Fakat bütün bunların haricinde bebeğinizin hasta olduğunu düşünüyorsanız ve bütün ihtiyaçlarını giderdikten sonra ağlamaya devam ediyorsa, siz en iyisi, her şeyin yolunda gidip gitmediğinden emin olmak için bir uzmana başvurun.

Peki çocuğunuz 3-6 yaş arasındayken ne yapacaksınız?

Çok basit. Çocuğunuzun kafasını karıştırın.

Çocuğunuz koşarken düştü ya da istediği bir şeyi yapmadığınız için ağlıyor. Koşarken düşen ve ağlamaya başlayan çocuğa “Tuzu niye döktün? Çabuk yere dökülen tuzları topla!” diyerek düştüğü yeri işaret edin.

Çocuk yerde olmayan tuzu arayacak ve siz tuzu toplamasını ısrar ettikçe o ağlamayı kesecektir. Çünkü yerde olmayan tuzu aradıkça dikkati dağılacak ve ağlamasına neden olan dürtüyü unutacaktır.
Bu yaşlardaki çocuklar henüz somut ve soyut kavramların ayrımını yapamadıkları için; kendi istekleri sebebiyle ağlamayı bırakıp, hayalgücünü besleyen ve gerçeklik algısına meydan okuyan “olmayan tuza” odaklanırlar.

Bu noktada önemli olan, sizin de orada gerçekten tuz varmış gibi davranıp, ısrarcı olmanızdır. Eğer, çocuk ilgi göstermediğinde hemen pes ederseniz, çocuğunuzu uzun bir süre daha susturamayabilirsiniz.
19 Şubat 2010 Cuma 0 yorum

Aile fertlerinin müdahalesi ömrü kısaltırken, dostluklar ömrü uzatıyor.

Aile bağları insanların daha uzun yaşamasını sağlar mı?” 

Herkesin merak ettiği bir soru var; “Aile bağları insanların daha uzun yaşamasını sağlar mı?”


Hergün gazetelerde, dergilerde veya internet sitelerindeki “Bunları biliyor muydunuz?” başlıklı haber köşelerinde okuyoruz; “Aile bağları kuvvetli olanlar daha uzun yaşıyor.” Peki bu gerçek mi?

Evli insanların; ömrünü bekâr hayatı sürdürerek geçiren insanlardan daha uzun yaşadığına inanıyoruz. Ya da geniş aile mensuplarının, yalnız yaşayanlara göre yaşam beklentilerinin daha olumlu olduğuna yönelik önyargılarımız var. Bu önyargıları besleyen bilgiler hemen her gün karşımıza çıkıyor; Araştırmalar, istatistiki veriler, uzman görüşleri ve haberler...

Aslında bütün bu araştırmaların vermek istediği mesaj şudur; “İyi aile ilişkileri, düzenli bir sosyal yaşam genç kalmamızı sağlar. Ajandamızda büyük bir yer kaplayan aile ilişkileri -kimi zaman bu başarıyı iş hayatı ile birlikte sürdürmek gerçekten zahmet verici olsa da- sağlığımızı olumlu yönde etkiler.”

Bunun dışında toplumda genel kabûl görmüş bir yargı daha var; “Yalnız yaşayanlar, bekarlar ya da aile birliğinden yoksun kişiler daha kötü beslenir, daha az uyur, daha fazla stres yaşar ve daha erken ölürler.” Yalnızca Türk toplumunda değil, Dünyanın hemen her köşesinde geçerli olan bir düşünce bu; hayat boyu varlığını devam ettiren aile bağlarının yaşam kalitesini arttırdığı ve yaşam beklentisini uzattığı... Yalnız burada bir ayrıntıyı atlamamakta yarar var;

Aile derken; yalnızca insanın doğup büyüdüğü ve ergenlik yıllarının sonuna kadar gelişimini içinde tamamladığı topluluktan bahsetmiyoruz. 'Ergenlikten sonra evlenen, eşi ve çocuklarıyla beraber yaşayan aile üyeleri kavramı' da bu yazının odak noktasını oluşturuyor...

Bu yargılarımızın doğru olup olmadığını anlamak için Avustralya’da 70 yaş üzeri 1500 kişinin incelendiği bir araştırma yapıldı. Amaç yaşam boyu süren aile bağlarının insanın yaşam kalitesi ve beklentisi üzerindeki etkisini ölçmekti. Bu kişilerin sosyal davranış biçimleri, sağlık gelişimleri ve rahatsızlık süreçleri düzenli olarak takip edilerek kaydedildi. Avustralya’da ortaya çıkan sonuç şuydu:

Sıkı dostlara sahip olmak; sıkı aile bağlarına sahip olmaktan daha fazla işe yarıyor.

Peki bu sonuç neyi gösteriyor? Uzun yaşamak için ailemizle olan bağlarımızı zayıflatmamız mı gerekir?

Tabii ki hayır. Sadece ilişkilerimizi dengede tutmamız gerekiyor.

Türk aile yapısı, bir çocuğun tüm  yaşamı boyunca devam eden koruma ve desteği beklentisiz olarak sağlarken, aynı zamanda ailelerin kişilerin yaşamına uzun yıllar boyunca müdahale edebilmesine olanak sağlıyor. Bu durumun bazı önleyici ve olumlu etkileri olsa da, müdahalelerin sıklığı; çeşitli kişilik bozuklukları, güvensizlikler, bunalımlar ve çatışmalara da neden olabiliyor. Ailelerin ergenlik ve yetişkinlik aşamalarında bile çocuklarına “çocuk” gibi davranmaya devam etmesi, kontrol bağlarını sıkılaştırdığı kadar aile bağlarını zayıflatıyor. Sağlıklı ve mutlu bir hayat için aile ilişkilerinin sınırlarına kesinlikle dikkat etmemiz gerekir.

Bu sınırları nasıl belirleyebiliriz?

1992 yılında Adelaide’de başlayan ve 10 yılı aşkın bir süre boyunca devam ettirilen araştırma, yaşam beklentisi üzerinde etkili olan olumlu / olumsuz birçok faktörü belirlemek üzere tasarlanmıştı. Bildiğiniz üzere yaşam kalitesi ve süresi yalnızca beslenme şekli, fiziksel aktiviteler ve genetik yapınızdan değil; en az bunlar kadar yaşam koşulları, ekonomik / sosyal statü ve günlük alışkanlıklardan da etkileniyor. Bu düşünce önceleri yalnızca “sosyal bir teori” olarak görülse de, yapılan araştırmaların sonucu bu durumu istatistiki olarak ölçülebilir bir veri haline getirdi. Uzmanlar sosyal ve iletişimsel davranışların insan ömrünü uzatabildiği (ya da kısaltabildiğini) saptamış oldular.

Araştırmada, araştırmaya konu olan kişilerin ne sıklıkta ve uzunlukta eşleri, çocukları, arkadaşları, dostları ve akrabalarıyla görüştükleri, bu görüşmelerin tipi (yüzyüze, telefonda, yazışarak vs) hakkında her yıl detaylı olarak bilgi alındı. Sonuçlara göre en uzun yaşayanlar, arkadaşlarına ve dostlarına en fazla vakit ayıranlardı. (Aynı zamanda bu kişilerin akraba sayısının da çok olduğu gözlemlendi.) Sabit bir arkadaş çevresi olamayan kişiler en kısa ömürlülerdi. İnanması güç olsa da kişilerin kendi çocuklarıyla ya da akrabalarıyla yakın bağları olup olmaması, yaşam beklentilerini neredeyse hiç etkilemiyordu. Özellikle kaybedilen eşler / arkadaşlar karşılaştırıldığında insanların her ikisine de eşit derecede tepki verdiği görüldü.

Bu araştırmanın sonuçlarını yayınlayan uzmanlar kişinin yaşam kalitesi, hayat tarzı ve beklentilerini öncelikle arkadaşların ve dostların belirlediğine inanıyor. Aile fertleri, önemli bir etkide bulunmuyor.

Ayrıca bu araştırmanın sonuçlarına dayanarak yapılan bir gözlemde, yaşlı insanların sigarayı bırakmak, alkol tüketimini kesmek ya da doktora görünmek gibi konularda öncelikle eşlerini ya da çocuklarını değil, arkadaşlarını ve dostlarını dinledikleri ortaya çıktı. Uzmanlar ayrıca, arkadaşlarla kurulan samimiyetin ruh hali ve özgüveni, aile fertlerinden çok daha fazla etkilediğini ortaya koydu. Zor durumlarla baş etme stratejilerinde ailesi tarafından desteklenen ve tam bireysellik kazanamamış bireylerin bile aileden değil, arkadaşlardan yardım istemeye eğillimli olduğu görüldü.

Aile bireylerimizin mutluluğu ve yaşam beklentilerinin yükselmesi için onların özel hayatı ve kararlarına saygı duymamız gerekiyor. Bu sınırı belirlemek için uygulamamız gereken üç temel adım var:

Fikir sunmak ile dikte etmek arasındaki farka dikkat edelim.

Bize doğru gelen birşey, çocuğumuzun, annemizin ya da kardeşimizin hayatı, kurduğu sosyal dengeler ve işi açısından yanlış olabilir.Sabit fikirli olmak yerine konuşarak orta yolu bulmaya çalışmak en iyisidir.

Doğru ve yanlışı tanıması için aile bireylerimize özgürlük sağlayalım.

Bazı insanlar yaşamadan öğrenemez. Bu demek değil ki çocuğumuz, kardeşimiz vs. yanlışa doğru sürüklenirken hiçbirşey yapmadan oturacak ve herşeyi kendi haline bırakacağız... Yapacağımız uyarılar hayati önem taşıyabilir. Fakat tüm uyarılarımıza rağmen hayatını olumsuz yönde etkileyecek kararlar alan aile fertlerimizi, bu kararın sorumluluğu ile yüzleşmek konusunda özgür bırakmalıyız. Eğer onların tüm hatalarını biz telafi edersek, hatalarından ders almazlar.

Kendi kendimize aşamayacağımız problemler olabilir. Böyle durumlarda uzman desteği almaktan çekinmeyin.

Bazı sorunları komşularınızla dertleşerek, sert kurallar koyarak ya da radikal yasaklar getirerek aşamazsınız. Böyle açmazlarda en doğru olan; problem çözülemez hale gelmeden önce bir uzmana danışmak ve psikolojik destek / danışmanlık hizmeti almaktır. “Etraf ne der?” ya da “İşe yaramaz ki...” gibi geçersiz düşüncelerin peşine takılarak zaman kaybetmeyin.

Son olarak bir açıklama; “Yetişkinler neden çoğunlukla aile fertleri yerine dostlarını tercih ediyorlar?”

Canberra Üniversitesi’nden Anthnoy Jorm’a göre yetişkin insanların çoğu ailenin varlığını doğal ve olması gereken bir faktör olarak algılarken, arkadaşlıkların korunması ve sürdürülmesi için çaba gösterilmesi ve fedakarlık yapılması gerektiğine inanıyor. İşte bu nedenle, olumlu yöndeki ilgi ve çabanın sonucunda dostlarımızın yaşam kalitemizi arttırdığını ve yaşam beklentimizi yükselttiğini düşünüyoruz.
0 yorum

Zihninizi susturmayı öğrenin

Meditasyon’a öyle her isteyen başlayamıyor. Bunun için doğruları bilmeye ihtiyacınız var.



Uykunuzda bile düşünce halinde olan zihninizi susturmak ya da en “kötü ihtimalle” daha iyi düşüncelere yöneltmek sizin elinizde. Bunu yapmak için –zannedilenin aksine- özel bir hazırlığa gerek yok. Mumlar almanız, tütsüler yakmanız, okyanus manzarası olan bir eve taşınmanız ya da evinizin tüm iç dekorasyonunu Uzakdoğu Felsefelerine göre yenilemeniz gerekmiyor. Bu yazıda gün içinde uygulayabileceğiniz pratik, geçerli ve işe yarayan yöntemleri ve bunlar için yapmanız gereken bir kaç ufak düzenlemeyi anlatacağız. Doğru meditasyonla iş hayatının, çocuk büyütmenin, sınavlarla boğuşmanın ya da ekonomik sıkıntıların ağırlığından beklemediğiniz şekilde çabuk ve etkili biçimde kurtulabilir, zihninizi düzenleyerek hayatınızın getirdiği sorunlarla daha etkin şekilde mücadele edebilirsiniz. Ama öncelikle zihninizi susturmayı öğrenmeniz gerekli!

Tebdil-i mekanda ferahlık vardır

Meditasyona başlamak isteyen ve başladıktan sonra umduğu “mucizeyi” göremeyen kişilerin çoğu, sabırsızlanararak şikayetçi olur ve “kandırıldıklarını” iddia ederler. Halbuki yapmaları gereken asıl şey “kandırıldıklarını iddia ederek” ağlamak yerine, ağlayan zihinlerini kandırmak ve yatıştırmaktır. Bunun için masrafsız, enerji tasarrufu sağlanabilecek ve işe yarayan birkaç küçük hilemiz var;

Odaklanamıyorsanız, odak noktanızı değiştirin.

Bazı insanların bazı şeyleri yapmak için mekan değiştirmeye ihtiyacı vardır. Bunun en temel sebebi; yaşadığımız alanlardaki objelerin ve o alanlarda yaptığımız günlük aktivitelerin bir “uyarıcı” olarak beynimize kaydediliyor olmasıdır. Örneğin eve geldikten sonra gününüzün büyük bölümünü oturma odasında geçiriyorsanız, meditasyon tekniklerini oturma odanızda hayata geçirmemek iyi bir fikir olabilir. Neden mi?

Yemek masasına bakarak acıkan, TV’ye bakarak Aşk-ı Memnu dizisinin son bölümünü düşünen ya da eşinin ters biçimde bırakıp gittiği terliğe bakarak batıl inançları tetiklenen kişiler, meditasyonun temel dinamiği olan “odaklanma” becerisinden uzaklaşırlar. Bunun yerine zihninizi susturduğunuz ve bilinçli biçimde –büyük ihtimalle- en az vakit geçirdiğiniz yer olan yatak odanıza giderek, odaklanmayı sağlamak için yerinde bir hamle yapabilirsiniz.

Odanızı düzenleyin.

Dağınık çalışanlar, bekâr hayatı için bahane bulan kişiler ya da usanmış ev hanımları bundan hoşlanmayacak fakat; meditasyon yapacağınız odanın biraz derli toplu olması gerekiyor.


Yalnız hatırlatmalıyız ki, derli toplu derken; takıntılı bir insanın dehşet verici düzen oranına sahip, steril bir operasyon merkezinden bahsetmiyoruz. Nevresim takımı örtülmüş, kurumaya bırakılmış yumuşatıcı kokan çamaşırlarca işgal edilmemiş, dikkatinizi dağıtabilecek parlak / enteresan objelerle süslenmemiş bir yatak odası meditasyon için ideal olabilir.

Duruşunuzu Düzeltin

Rahat bir yerde oturun. Tercihen odanın ortasında ve bağdaş kurmuş olarak oturmanız iyi olabilir. Bel kemiği zemine 90 derece dik durumda olmalıdır. (Çalışma içinde yorulmak ve bu dikliğin bozulması mümkündür. Bu olursa zarar yoktur.)

Meditasyona yeni başlayan kişiler, filmlerde gördükleri oturuş tekniklerini tekrarlayacağım derken işin özünü kaçırırlar. Bilgisayar başında oturmaktan betonarme yapılara dönüşen kas sistemi, sırf siz istiyorsunuz diye istediğiniz şekli almaz. O yüzden bağdaş kurmak konusunda zorlanıyorsanız; vazgeçin. Oturabildiğiniz en rahat pozisyon, sizin için ideal olandır. Daha sonra çeşitli egzersiz ve alıştırmalar yaparak ideal meditasyon pozuna bürünebilirsiniz.

Şu pozisyonu kafanızda canlandırın:

İki eliniz, iki dizin üzerinde rahat bir konumdadır. Kafa geriye kalkık veya öne eğilmiş değildir. Kafanın dikliği, başın arkasının, bel kemiği ile aynı doğrultuda olmasına yetecek kadardır. Yani sırtınızı ve başınızı, ensenizi bir duvara dayamış gibi bir dikliktesiniz.

Şimdi kafanızda canlandırdığınız pozisyonu uygulayın.

Bu pozisyona alışmak için kendinize biraz zaman tanıyın. Vücudunuz ve zihniniz olduğunuz konuma alışana kadar kendinizi “uçmak için zorlamamak” akıllıca olacaktır.

Bütün gün bilgisayar başında çalışan kişilerin omurgaları, bu beklenmedik dikliğe tepki göstererek ağrımaya, karıncalanmaya veya tekrar kamburlaşmak için çeşitli protestolara başlayabilir. Omurganızı dinlemeyin. Doğru ve etkili nefes alabilmek ve ciğerlerinizin tüm potansiyelini kullanmak için dik durmak zorundasınız.

Nefes Alın, nefes verin, ekosistemimize can verin.

Bunu hayatta olduğunuz sürece hergün yaptığınız için pek heyecanlı gelmeyebilir ama doğru nefes almak; gerçekten heyecan verici değişikliklere neden olabilir.

Meditasyon için önce on veya yirmi defa birinci nefes tekniğini tekrarlayacaksınız.

Nefes tekniği yapılırken düşüncelerin daldan dala atlaması ya da ilgisiz konulara odaklanmak, meditasyon guruları tarafından hoş karşılanmaz. Neyse ki biz guru değiliz. Düşüncelerinizi yeşillik, şelale, kumsal, börtü böcek üzerine odaklamanız için zihinsel bir zorlamaya gerek yok. Beyninizi rahat bırakın. Zaten bir süre sonra yaptığınız işe odaklanacak ve “Spam” düşüncelerden kurtulacaksınız. (Bu aşamada sadece ciğerler genişletilmekte ve etkili nefes alış verişi için operasyona hazırlanmaktır.)

Doğru nefes alıp vermek ne demek?

Doğru nefes alma tekniğinde nefes; burundan kısa sürede ve hızla alınır. Böylece bir kerede alabileceğiniz en yoğun miktardaki oksijeni direk iç etmiş olursunuz. Maalesef bu dünyadaki herşey gibi, nefes de kalıcı değil... Üzgünüz fakat bu gerçekle baş etmeniz gerekiyor; aldığınız nefesi geri vermek zorundasınız. Geri verirken, isteksizliğinizi belli edin ve ağızdan ağır ağır verin.

Unutmayın; nefesin verilişi mümkün olduğu kadar uzamalıdır. Hava boşalınca karın adaleleri kasılıp, içeriye çekilerek ciğerlerdeki son hava kırıntıları da dışarıya atılır.

Bu şekilde ilk çemberi tamamladıktan sonra, yoruluncaya ya da başınız dönünceye kadar nefes alıp vermeye devam edin. Nefes çalışmasını yaparken yorulduğunuz takdirde duraklayıp, bir, iki normal nefes alıp vermeniz mümkün ve gereklidir. Bu nefes tekniği ve zorlamalar; sigara içen talihsiz ve kader mahkûmları için de faydalıdır. Birinci nefes tekniğini kararlaştırdığınız sayıda yaptıktan sonra zihin susturma çalışmalarına başlayabilirsiniz.

...ve beklenen an: Zihnimizi susturuyoruz!

Yere çömelip bağdaş kurunca meditasyonun %50’sini tamamladığını zanneden kişiler için kötü haber fakat; henüz meditasyona başlamadık. Şimdilik yalnızca zihnimizi susturuyoruz.

Önce yine aynı şekilde nefes alacaksınız ve aynı şekilde nefesi boşaltacaksınız.

Nefesi boşalttıktan sonra karın adalelerinizi kasarken, normal nefes çalışmasından daha gevşek davranacaksınız. Böylece içerde çok az miktarda hava kalacak.

Nefes boşaldıktan sonra gözlerinizi kapatıp, nefesinizi tutacaksınız.

Bu durumda -yani ciğerlerde hava yokken- nefes tutmak, nefes aldıktan sonra nefes tutmaktan çok daha zor ve kısa sürelidir.

Bir iki denemeden sonra, reflekslerinize yenilip nefes almamayı öğreneceksiniz.

Nefesinizi tuttuğunuz o kısa ana saliseler, saniyeler eklenecek.

Kısa süreler için dahi olsa nefessiz kalan vücudunuz; zihninize şu mesajı göndermeye başlayacak:

“Nefes alıp vermek ne kadar güzel birşey. Hayatta herşey boş.”

Bu durumu düzenli olarak tekrarladıktan sonra zihniniz gerekli mesajı alarak sakinleşmeye ve sürecin sonunda ise susmaya başlayacak.

Bu durumdayken zihinsel sesinizi susturmanın, normal bir zamanda veya ciğerlerde hava varken susturmaktan çok daha kolay olduğunu göreceksiniz.

İçinde olduğunuz durum en fazla iki veya beş saniye sürebilir.

Bundan sonra ya nefesiniz tükenir ve nefes alma ihtiyacı duyarsınız ya da zihniniz tekrar konuşmaya başlar.

Her iki durumda da nefes alıp, baştan başlayacaksınız.

Zihinsel sesinizi uzun süre sustursanız da nefesinizi tutmak için zorlamayın. Ciğerlerdeki en ufak zorlanmada nefes alarak baştan başlayın.

İşte nefesinizi tutuğunuz o kısacık anda zihinsel sesinizi durdurunca, zihni susturmanın ne demek olduğunu anlayacaksınız.

Bu çalışmayı başlangıçta günde iki, ilerleyen aşamalarda ise beş dakika yapmanız yeterlidir.

Zihninizi susturma ve nefes tutma süreniz giderek artacaktır.

Bu şekilde on beş gün, bir ay çalıştıktan sonra normal meditasyon çalışmalarına başlayabilirsiniz.
1 Şubat 2010 Pazartesi 0 yorum

Güzellik ve Estetik İçin Doğru Bilinen Yanlışlar

Kolajen içeren prepatların tıbbi açıdan önemsenecek bir değeri yok.

Kolajen içeren kremler ve kozmetik ürünleri bugünlerde çok revaçta. Ançak bu kremleri cilt dışına uygulayarak vaad edilen etkinin gerçekleşmesi mümkün değil. Çünkü birçok kremin ve bakım ürününün içinde bulunan kolajenin cildin içine nüfuz edemez ve bu yüzden cildi içerden güçlendirmesi ya da esnekleştirmesi gerçekçi bir iddia değildir. Kolajen molekülü böyle bir işlem için çok büyüktür.

Buna rağmen kolajenli kremler kırışıklıkları önlemede ve çeşitli anti-aging kampanyalarında yıllarsır etkili bir koruma olarak duyuruluyor. Ancak bu tür bir cilt bakımı yalnızca kozmetik endüstrisinin çıkarlarına hizmet eder, tıbbi açıdan hiçbir değeri yoktur. Olsa olsa, kremlerin içindeki diğer maddelerin cildi besleyici özelliğinden fayda görülebilir.

Salatalık maskesi cildi gerginleştirmez, kurutur.

Salatalık maskesi güzellik bakımının klişesi ve herkes tarafından bilinen bir karikatürü haline geldi. Saçlara sarılmış bir havlu, yüzde salatalık dilimleri ve dakikalarca bekleyen kadınlar... Maalesef eğer böyle bir maskeyi yüzünüze uyguluyorsanız bu size fayda getirmekten çok zarar verecek çünkü salatalıklar cildi gerginleştirmez, aksine cildin daha çok kırışmasına sebep olur. Çünkü salatalık cildin nemini çeker, böylece cilt kurur ve kırışmaya elverişli hale gelir.

Göz altı torbacıkları uykusuzluk ya da fazla uyku nedeniyle oluşmaz.

Popüler bir inanışın aksine göz altı torbacıklarının akut uykusuzluk ya da kronik uyku yetersizliği ile pek fazla ilgisi yoktur. Gözün altında (ve aslında üstünde de) yer alan torbalar daha çok bir yaşlanma belirtisidir. Göz yuvası bölgesindeki yağlar derinin altında toplanır ve insanın yorgun görünmesine sebep olan şişlikleri yaratır. Eğer kişide genetik yetkinlik varsa, göz altı torbacıkları günde 10 saat uyumakla bile önlenemez; çünkü bu yaşlanma belirtisidir. Bu durumun gözyaşı bezleri ya da kanallarıyla bir alakası yoktur.

Siğiller “okununca” değil, geçeceğine inanırsanız geçer.

Bilim insanı uzaya göndermeyi çoktan başardı fakat siğiller ne zaman oluşur, ne zaman yokolur hâlâ tam olarak bilemiyoruz. Bu nedenle siğiller konusunda bilimsel olsun ya da olmasın kesin bir yargıya varmak gerçekten imkansız.

Almanya’da yapılan araştırmalar “batıl inancın” bir çok kişide işe yaradığını göstermiş çünkü plasebo etkisi siğillerde, diğer hastalıkların birçoğundan daha falza görülüyor. Tedavi, hastalar “okumanın” işe yaradığına %100 inanırsa başarılı olabiliyor; çünkü hasta psikolojik olarak kendini bu yönde telkin etmiş ve biriken stresi azaltmış oluyor.

Siğiller genellikle ciltte bir virüs enfeksiyonu başgösterdiğinde oluşur. Bu rahatsızlık verici fazlalıkların tedavisinde, siğillerin dondurulmasının fayda sağladığı kanıtlandı. Bu yöntemle virüslerin etkilediği cilt hücreleri kurutulur ve virüsler soğuğa maruz bırakılarak öldürülür. Siğillerden kurtulmak için bir büyücüye gitmeden önce, doktorunuza danışmanızda kesinlikle fayda var.
0 yorum

Ambulansa Nasıl Yol Verilir?

Ambulansa yol vermek için ne yapmanız gerektiğini biliyor musunuz?



Trafikte sağ şeriti kullanan sürücülerin dikkatine!

Şehir trafiğinde yol alırken birçoğumuzun şahit olduğu üzücü bir manzara; onlarca araç arasına sıkışmış bir ambulans ve sağa-sola kaçışmaya çalışan çaresiz sürücüler...

Hepimiz Ambulans sireni duyduğumuzda "yol vermemiz gerektiğini bilsek de" verecek yol bulamıyoruz. Bunun en temel nedeni bilinçsizlik.

Ambulans sol şeridi kullandığı için, ambulansa yol vermesi gereken sürücülerin sol şerittekiler olduğu zannediliyor. Peki ama sol şeritteki kullanıcı kaçacak yer bulamadıktan sonra ambulansa nasıl yol versin?

İşte en önemli kural ve sadece frene basarak bir kişinin hayatını kurtarabileceğiniz bir hatırlatma:

Sağ şeritteki sürücüler!
 
Ambulans sireni duyduğunuz zaman, arkanızdaki aracın takip mesafesini dikkate alarak yavaşça frene basın ve DURUN.

Böylece sağ şeritteki trafik durur ve sol şeritte ambulansa yol vermeye çalışan sürücüler kaçacak yer bulur.

Bu ufacık hamle ile birçok kişinin hayatını kurtarabilir ve ambulansın kaza yerine ya da hastaya en kısa sürede ulaşması için size düşen insanlık görevini yerine getirmiş olursunuz.

Eğer bu gözardı edebileceğiniz kadar önemsiz gibi görünüyorsa bir kere daha düşünün:

Ya o ambulans sizin için yoldaysa?
27 Ocak 2010 Çarşamba 0 yorum

Bilim ve Mühendislik (SCIENCE and ENGINEERING) Geleceğin Meslekleri

Uzay Rehberi (Space Tour Guide)

Konu ‘Uzay Seyehatine’ geldiği zaman, hepimiz için düşünülebilecek şeylerin sayısı sınırsız. Birçoğumuza hâlâ imkansız gelen turistik uzay seyehatleri, çoktan hayata geçirildi bile...
Bağımsız ve özel taşımacılık şirketi Virgin Galactic, uzaya turist göndermeye şimdiden hazır. Şirket 300 kişilik kontenjanı olan ilk uzay seyehatini gerçekleştirdikten sonra, yenileri için internet sitesi üzerinden gönüllü aramaya başladı.

Şirketin sahibi Richard Branson, Amerikalı uzay araçları mühendisi Burt Rutan ve Virgin Galactic yetkililerinin tanıtımını yaptığı ilk özel uzay aracı SpaceShipTwo;  2 pilot ve 6 yolcu taşıma kapasitesine sahip. Uzay uçuşunun bir yolcuya maliyeti ilk seferlerde 200 bin dolar. (Daha sonra bu ücretin kademeli olarak azalması bekleniyor.) Virgin Galactic’in 380.000feet’e çıkması beklenen seyehat mekiğini atmosfer dışına  “Eve” adı verilen 42 metrelik bir roket taşıyacak. 

Virgin Galactic’in uzay seyahatlerini satması için anlaştığı Portland’daki Hurley Travel Experts firması, bu deneyimi yaşamak isteyen yaklaşık 300 kişinin 40 milyon dolarlık ön ödeme yaptığını açıkladı.

Robot Teknisyeni (Robotics Technician)

Seri üretim, cerrahi operasyon gibi milimetrik hassasiyet gerektiren işler için vazgeçilmez bir yardımcı olan robotların, iş hayatında ve toplumdaki yeri giderek büyüyor. Bu robotların bakımı, çalıştırılması, problemlerinin halledilmesi ve operasyonlarının yönetilmesi için yetenekli ve donanımlı çalışanlara ihtiyaç var. Klasik mekanik ve son teknolojinin bir birleşimi olan ‘Robotics’ dünyası için ekonominin hiç durmadan dönen çarkları gelecekte ‘Robot Teknisyenleri’ için de dönmeye devam edecek. 

Nanoteknolojist (Nanotechnologist)

Bilimin sınırları her geçen gün genişlliyor;  atmosferin dışında katedilen mesafeler, önemli robotik ve mimari tasarımlar derken aynı zamanda giderek ‘küçülen’ tasarım trendlerini de göz ardı edemeyiz.

Nanoteknoloji; moleküler boyutlarda çalışan ve nanometre ile ölçülebilecek yapılar oluşturarak birbirinden ayrılmış atomları moleküler düzeyde manipüle eden bir bilim dalı. Nanoteknoloji kelimesini ilk defa kullanan kişi Tokyo Bilim Üniversitesi'nden Norio Taniguchi olmuş; 1974'de yayınlanan bir makalede Taniguchi'nin Nanoteknoloji için yaptığı tanım şöyle: "'Nano-teknoloji' genel olarak malzemelerin atom, atom-molekül ya da moleküler olarak işlenmesi, ayrılması, birleştirilmesi ve bozulmasıdır.

Daha önce teknik olarak imkansız olduğu düşünülen şeylerin, ilerleyen teknoloji sayesinde bir bir aşılması Nanoteknoloji’yi giderek büyüyen genç bir bilim dalı sınıfına sokuyor. Enerji üretimi, tıp ve elektronik branşlarında heyecan verici gelişmelere neden olması beklenen Nanoteknoloji, geleceğin en önemli meslek dallarından biri olacak. 

Türkiye’de de şimdiden nanoteknolojiyi üretir hale gelebilmek için uygun adımlar atmaya başlamış durumda. Tübitak'ın 2023 Vizyon Programı'nda nanoteknoloji yer almış ve yol haritası oluşturulmuş.

Bu alandaki en önemli gelişme Bilkent Üniversitesi'nde Ulusal Nanoteknoloji Araştırma Merkezi'nin (UNAM) kurulmasıdır. Bu merkezin amacı Türkiye'de nanoteknolojinin araştırma merkezi olmaktır. Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) tarafından 28 milyon YTL yatırım yapılan merkez son derece modern aletlerle donatılmıştır. Türkiye'nin her yerinden araştırmacılar UNAM'ın bu imkanlanlarından yararlanabilmektedir. Gebze Yüksek Teknoloji Enstitüsü, TÜBİTAK MAM gibi merkezler de nanoteknoloji araştırması yapılan yerlerdendir. 

Ülkemizde nanoteknoloji ile ilgili etkinlikler de yapılmaktadır. Bunlardan bazıları 4 yıldan beri yapılan NANO TR konferansları, 22-23 Aralık 2008 tarihleri arasında Sabancı Center'daki "Nanoteknoloji Pazarı"dır. Şu anda Türkiye'de yeni kurulan 13 tane nanoteknoloji şirketi vardır. Büyük şirketlerin de nanoteknolojik ürünleri piyasaya sürülmüştür.

Nanoteknoloji yavaş yavaş hayatımıza giriyor. Günümüzde nanoteknolojinin 2. devresinin sonlarındayız. 2010 yılı itibari ile 3. nesil, 2020 yılı itibari ile de 4. nesil nanoteknolojik ürünlerin çıkması bekleniyor. ABD'de de bulunan Project On Emerging Nanotechnologies adlı kurumun internette yayınladığı listede Ocak 2009 itibari ile 803 nanoteknolojik ürün bulunuyor. Listede sağlık, tekstil, elektronik, otomotiv, gıda ürünlerinden örnekler var. Ürünlerin listesine http://www.nanotechproject.org/inventories/consumer/browse/products/ adresinden ulaşabilirsiniz.

Simülasyon Mühendisi (Simulation Engineer)

3D teknolojisi her geçen gün gelişmeye devam ediyor. Bu teknolojiyi kullanan filmler çoktan rahatsız edici anaglif tekniğini geride bıraktılar bile... Örneğin dünyanın en çok gişe yapan filmi olarak tarihe geçen James Cameron’ın Avatar’ı gerek çekim, gerekse canlandırma alanında teknik olarak çığır açtı.

Yaşanan son gelişmelerin ışığında bir değerlendirme yapacak olursak holografik ve diğer simülasyon bazlı grafiklerin hayatımızdaki yerini almasına çok da zaman kalmadığını söyleyebiliriz. MSNBC’de yayınlanan bir haberde UCSD’s Jacobs School of Engineering’in dekanı Frieder Seible’ın şu sözlerine yer verilmiş:

“Simulasyon bugüne kadar varlığını sürdüren tüm mühendisliklerin ve tüm endüstrilerin içinde yer alacak.”

Devasa hologram grafiklerinin, interaktif ve yönlendirilebilir simülasyon verilerinin, fizik yasalarından yararlanan bilgisayar teknolojilerinin devri çoktan başladı. Gelecek 20 yıl içersinde simülasyonların günlük hayatın her alanına yayılacağını düşünüyoruz. 3D teknolojilerine hakim olan mühendisler, geleceğin aranan kişileri arasında olacak.

Enerji Kaynakları Mühendisi (Energy Resources Engineer)

Dünya üzerindeki enerji kaynakları, klasik ve alternatif kaynaklar olmak üzere ikiye ayrılabilir. Günümüzde yaygın olarak kullanılan enerji kaynakları elektrik, petrol ve doğalgaz olarak sıralansa da yaşanan çevresel gelişmelerin bunun uzun sürmeyeceğini söylediğinden hepiniz haberdar olmuşsunuzdur.

Bu nedenle klasik enerji kaynaklarına alternatif olarak sunulan güneş, rüzgar, hidrojen, hidroelektrik ve jeotermal enerji kaynakları konusunda uzmanlaşmak hem kariyerimiz hem de gezegenimizin geleceği açısından iyi bir fikir...  Doğada sürekli var olan faktörlere dayalı olan bu kaynakların en önemli özelliği yenilenebilir olmaları ve doğaya zarar vermemeleridir.

Bir ‘Enerji Kaynakları Mühendisi’ ne yapabilir? Daha etkin rüzgar türbinleri tasarlayabilir, daha gelişmiş solar paneller inşa edebilir, daha güvenli atomik füzyonlar gerçekleştirebilmek için çalışabilir ya da enerji alanındaki bir sonraki büyük buluşu gerçekleştirebilir. Bir Erke Dönergeci hikayesine dönmediği sürece neden olmasın?

Uzay ve Havacılık Mühendisi (Aerospace Engineer)

MIR’i bilmeyen yoktur. Mir (Rusça: Мир, dünya veya barış) oldukça başarılı bir Sovyet uzay istasyonuydu. İlk modülü 19 Şubat 1986'da uzaya gönderildi. İnsan ırkının içinde uzun süre ve düzenli olarak yaşamayı başarabildiği ilk uzay araştırma istasyonu olan MIR; yapılan uluslararası işbirliği sayesinde çeşitli milletlerden uzayadamlarının kullanımına açıldı. 1986 ile 1996 yılları arasında gönderilen pek çok modül ile başarılı bir şekilde yörüngede kalmayı başaran MIR, 23 Mart 2001 tarihinde görevine son verilerek atmosfere sokuldu ve yanarak yok olması sağlandı. 28 uzun süreli mürettebatı ile 4.594 gün görevde kalan MIR, bugün birçok bilimadamı ve araştırmacıya ilham kaynağı olmaya devam ediyor.

MIR mühendislerinin öncelikli amacı uzayda geniş ve yaşanabilir bir bilimsel laboratuvar ortamı sağlamaktı. Amerika Birleşik Devletleri, MIR projesine karşılık olarak Space Station Freedom istasyonunu yapmayı planlamış, ancak bu proje Sovyetler Birliği'nin yıkılmasının ardından uluslararası işbirliği yolu açılması üzerine durdurulmuştu. O günden bu yana, uluslararası kamuoyunun  kullanımına açılacak ve insan ırkını uzayda bir adım daha ileriye taşıyacak çeşitli çalışmalar yapılmaya devam ediyor.

 Uzay ve Havacılık mühendislerinin temel görevi; insan ırkına uzayda güvenli, ekonomik ve uzun süreli bir yaşam ortamı sağlamak ve tarihe 2.bir ‘Challenger Uzay Mekiği Faciası’ yaşatmamak olarak özetlenebilir. 

Challenger Uzay Mekiği; NASA'nın Columbia Uzay Mekiği'nin ardından kullanmaya başladığı ikinci uzay mekiğiydi. İlk uçuşunu 4 Nisan 1983'de yapmış ve 28 Ocak 1986'da gerçekleşen 10.cu uçuşunda kalkıştan 73 saniye sonra infilak ederek 6 profesyonel astronot ve bir öğretmenden oluşan yedi kişilik mürettabatın ölümüne neden olmuştu.

Kazadan bir gece önce NASA görevlileri kazaya sebep olan parçanın üreticileriyle birlikte saatlerce tartışmış ve sonuçta riski göze almaya karar vermiştir. Bunun ortaya çıkmasının ardından tüm uzay programları hem yönetim hem de hükümet tarafından tamamen değiştirilmiştir. Challenger faciası kamuoyu desteğinin büyük oranda kaybedilmesine ve NASA’ya ayrılan bütçenin kısılmasına sebep olmuş, bu sebeple de uzay çalışmalarını büyük oranda yavaşlamıştır.

Bitkisel Biyorafineri Şefi (Biorefinery Plant Manager)

Petrokimya sayesinde hayatımıza giren karbon duvardaki boyadan tutun da duş perdesine tuvalet, klavye, yazıcı, telefon gibi teknolojik aletlerden, diyabet, yüksek tansiyon, depresyon gibi hastalıkları kontrol etmede kullanılan farmasötik bileşimlere, mürekkep, plastik, yapıştırıcı ya da parfüm gibi birçok gündelik eşya ve maddenin üretilmesine olanak sağlıyor.

Ayrıca petrolün neredeyse yüzde 90'ı benzin olarak kullanılıyor. Dünyanın enerji ihtiyacının yaklaşık yüzde 70'ini karşılayan fosil kökenli yakıtların (petrol, doğalgaz, kömür) önümüzdeki 50 yıl içerisinde tükeneceği tahmin ediliyor. Küresel ısınma gerçeği ile birlikte artık birçok ülke karbondioksiti azaltacak alternatif enerji kaynakları arıyor. Bazı ülkelerde şimdiden doğanın sunduklarından yakıt elde eden 'biyorafineri' yöntemi kullanılmaya başlandı.

Mühendisler işe benzinle başladı; fakat biyorafineri petrolün diğer kullanım alanlarında da giderek yaygınlaşıyor. Çin, Hindistan ve Brezilya'da hayvan atıklarından elde edilen metan gazı aydınlatma, pişirme ve elektrik üretiminde kullanılıyor. Brezilya'da modern biyokütle birincil enerji ihtiyacının yüzde 20'sini karşılıyor ve taşıt yakıtı olarak kullanılıyor. Biyokütlenin yakıt olarak kullanılmasına genel olarak Biyodizel deniyor.

Biyodizel kolza, ayçiçeği, soya, aspir gibi yağlı tohum bitkilerinden ya da hayvansal yağlardan elde ediliyor. Bu yağlar bir katalizör eşliğinde kısa zincirli alkolle (metanol ya da etanol) reaksiyona giriyor ve elde edilen ürün yakıt olarak kullanılıyor. Evsel kızartma yağları ve hayvansal yağlar da biyodizel olarak kullanılabilir. Biyoyakıtların içerisindeki karbon, bitkilerin havadaki karbondioksiti parçalamasıyla elde edildiğinden atmosferde net bir karbondioksit artışına sebep olmuyor. Kükürt içermiyor, sudaki canlılara herhangi bir toksit etkisi yapmıyor. Buna karşılık 1 litre ham petrol, 1 milyon litre içme suyunun kirlenmesine neden olabiliyor. 

Diğer taraftan bu iş için çok büyük miktarda bitkisel yağın, yakıt üretimine yöneltilmesi gerekiyor. Fiyatı, yetişme kolaylığı ve hızı bakımından bu işe en uygun bitki kolza. Ama tüm fosil yakıtların yerini alabilmesi için çok büyük alan gerek. Sadece Almanya'nın yakıt ihtiyacını karşılamak için bütün Avrupa'nın baştan başa kolza tarlalarıyla doldurulması gerektiği hesaplanmış.

İşte bu şartlar altında, geleceğin temiz / ekonomik enerji ihtiyacını karşılamak üzere yeni çözümler üretecek ve bu çözümleri kısa vadede uygulayabilecek kişilere ihtiyaç duyuyoruz. Bitkisel Biyorafineri merkezlerini yöneten Bitkisel Biyorafineri Şefleri geleceğin en önemli paydaşlarından biri olacak.

Laboratuar Teknisyeni / Laborant (Laboratory Technician)

Bir mesleğin en önemli tamamlayıcısı olan yardımcı teknisyenler, toplum tarafından yeterince takdir edilmese de gelecek tüm imkanları ile onları bekliyor. Sağlık kurumları bünyesindeki çeşitli laboratuarlarda hastanın durumu ile ilgili hekimin gerekli gördüğü tıbbi analizleri yapan teknik personel olmasa, doktorun yorumlayacağı tıbbi bir veri de olmazdı. Dolayısı ile işlerin yürümesi için oldukça önemli aşamalardan birini yöneten, yönlendiren Laboratuar Teknisyeni / Laborant’lar  gelecekte de en çok ihtiyaç duyulan mesleklerden birine sahip olmaya devam edecek.

Ulaştırma Mühendisi (Transportation Engineer)

Ulaşım ve trafik bir büyük şehrin en büyük sıkıntısı. Trafikte harcanan saatleri, atmosfere salınan karbonmonoksit miktarını, yok yere tüketilen petrolü ve onca stres - sıkıntıyı milyonlarca insanla çarpın. Sonuç yüzleşmek istemeyeceğimiz kadar korkunç değil mi? İyi yetişmiş bir ulaştırma mühendisi, bu sonuca pozitif etki yapabilecek en önemli kişilerden biri... Siyasal amaçlar, çıkar kavgaları ve temelsiz yapılaşma nedeniyle can çekişen büyük şehirler her geçen gün ‘yaşanamayacak’ hale geliyor. Gelecekte insanların YETER! dediği o yerde, yardımına ihtiyaç duyulacak bir numaralı isim de ulaştırma mühendisi olacak.

Ziraat Mühendisi (Seed Production Technician)

Organik tarımın hayatımıza girmesiyle bir zamanların en dertli meslek grubu olan Ziraat Mühendisliği yeniden gözde oldu. Ziraat Mühendisleri yapabildikleri onlarca işin yanında (!) gıda işletmelerin hemen hemen hepsinde sorumlu teknik müdür olarak faliyet verebilmekteler. Türkiye’den bahsetmemiz gerekirse özellikle yabancı dili olan ve Ziraat Mühendisleri Odası’na üye olanlar oldukça rahat iş buluyorlar.

En son Tarım ve Köyişleri Bakanı Mehdi Eker, bakanlık olarak 2011 yılına kadar 7 bin 500 Ziraat Mühendisi’nin işe alınarak köylerde görevlendirileceğini açıkladı.

Gelecek 20 yıla baktığımızda tarım ve ziraat; Türkiye gibi bir ülke için asla gözden çıkarılamayacak ekonomik bir kaynak. Bunun dışında sağlıklı nesillerin yetişmesi için üretilen besinlerin kalitesi ve çeşitliliği de Ziraat Mühendislerinin çalışmaları ile şekilleniyor. Tarımsal üretim yapan köy ve taşraları bilinçlendirerek ülkenin hem sosyo-kültürel çeşitliliğine, hem tarım ekonomisine hem de ekolojik kültürüne sahip çıkacak olan Ziraat Mühendisleri geleceğin anahtarını elinde tutuyor.

Teknik Yazar (Technical Writer)

Devrim üstüne devrim yaşanan teknolojinin son kullanıcı ile buluştuğu noktada hizmetine en çok ihtiyaç duyulan kişiler teknik yazarlardır. Teknoloji ne kadar ilerlemiş olursa olsun, nasıl kullanıldığını ayrıntıları ile anlatan bir makineyi henüz icad edemedik. Her aşamada ve çeşitli teknik seviyelerde mutlaka bir ‘Kullanım Kılavuzu’na ihtiyaç duyuyoruz. İşte bu kılavuzları yazan, düzenleyen, geliştiren ve güncellemesini yapan kişilere “Teknik Yazar” deniyor. Piyasaya sunacakları ürünler için Kullanım Kılavuzu yazdırmak isteyen binlerce şirketten biri ile önümüzdeki 20 yıl içinde de mutlaka karşılaşacaksınız.

Mucid (Inventor)

Sürekli gelişen bir teknolojinin en büyük faydası, teknoloji kavramının hiçbir zaman eskimemesi. Bundan onlarca yıl önce üretilmiş bir taslağın üzerine, son teknolojinin sunduğu üretim imkanlarını kullanarak yepyeni bir şey icad edebilirsiniz. İlgi alanınız ne olursa olsun; ister kimya, ister mühendislik aşmanız gereken üç temel aşama var: hipotez, geliştirme ve üretim. Eğer bu aşamaların sonucunda projenizi teoriden pratiğe çevirebilecek kadar azimli, bilgili ve kararlıysanız size kapılarını açmış bekleyen yüzlerce kurum / şirket var.

Çocuklar için oyuncak üretiminden, büyükler için silah üretimine (!), havacılıktan, taşımacılığa aklınıza gelebilecek her türlü endüstride mucitlere büyük değer veriliyor. Üstelik ille bir kurumun boyunduruğu altına girmek zorunda değilsiniz. İcadınızın patentini aldıktan sonra devlet, dernek ve yardım kuruluşlarından bağış, hibe ya da destek alarak kendi projenizi de gerçekleştirebilirsiniz.

Geçtiğimiz 20 yılda olduğu gibi gelecek 20 yıl da girişimcilerin ve mucitlerin yılı olacak. Hayal etmekten ve çalışmaktan asla vazgeçmeyin.

Kaynaklar:

Atlas Ağustos 2007, Sayı 173
Wikipedia
MSNBC
26 Ocak 2010 Salı 0 yorum

Sağlık Sektöründe Geleceğin İlk 10 Mesleği


Şu anda hangi mesleklerin nerede olduğunu, ne kadar revaçta olduğunu ya da ne kadar gözden düştüklerini biliyoruz.



 
Peki bundan 20 yıl sonra ne olacak? Bazı meslekler –iş tanımlarında değişiklikler olsa dahi- hâlâ ihtiyaç duyulanlar listesinde kalacak, kimileri tamamen gözden düşecek, şu anda aklımıza bile gelmeyen bazıları ise en çok aranan meslek gruplarını oluşturacak. Gelecek bugün olduğunda, o ‘bugüne’ hazır olacak mısınız?

İşte tıp alanında geleceğin 10 gözde mesleği:

Tıbbi / Cerrahi Robot Tasarımcısı (Medical Roboticist)

Henüz Türkçe’ye çevrilmiş kesin bir karşığı yok fakat ‘roboticist’ şu demek: Robot tasarımı ve programlaması yapan, konsept aşamasından itibaren planlayarak oluşturduğu robot ile çeşitli deneyler gerçekleştirerek, tasarladığı robotu pratikte kullanıma sokabilen kişi.

Günümüzde teknolojinin katettiği aşama sayesinde, özellikle tıp alanında robotlar ve cerrahi operasyonlar hususunda heyecan verici gelişmeler yaşanıyor. ‘Robotics’ dünyasının aranan adamları henüz milyon dolarlık kişiler olmasa da bu durumdan çok da uzak oldukları söylenemez. Harici iskelet sistemlerinden tutun da prostetik yapay organlara kadar, tıp / teknoloji alanında hizmetine ihtiyaç duyulacak tüm bireysel girişimciler gelecekte çok daha kıymete binecek. Kapsamlı bir araştırmaya göre geleceğin en gözde mesleği ‘Tıbbi / Cerrahi Robot Tasarımcısı (Medical Roboticist)’ olarak belirlenmiş.

Genetik Danışman (Genetic Counselor)

Genetik alanındaki araştırmalar, tüm kötü mutasyonları devre dışı bırakmaya yaklaşacak kadar hızla ilerlerken, genler üzerindek işaretler ve bunların neden olduğu sonuçlar konusunda uzman olan kişilere duyulan ihtiyaç da hızla artıyor. Şu anda çoğu insnaa ‘ütopik’ gibi görünse de genetik danışmanlık hali hazırda uygulamada olan ve oldukça talep gören bir meslek...

Aileler, doğacak çocuklarının geleceğini ve yaşam kalitesini henüz doğmadan önce mümkün olduğunca belirleyebilmek için genetik danışmanlarının hizmetine ishityaç duyuyor ve bunu sağlamaya çalışıyorlar.

MSNBC’nin haberine göre şu anda ABGC (the American Board of Genetic Counseling) tarafından tanınan ve resmi olarak kabul gören 2000 genetik danışman var.

Bu alandaki gelişmeler ilerledikçe genetik danışmanlara duyulan ihtiyaç ve verebilecekleri hizmetin çeşitliliği doğru orantılı olarak artacak.

Solunum Terapisti (Respiratory Therapist )

Atmosferin yapısı, eskiden olduğu kadar sağlıklı değil. Endüstrinin ve sanayileşmenin yarattığı hava kirliliği, otoban ağları ile örülmüş büyük şehirler ve modern hayatın vücüdumuza yüklediği stres, astım gibi önemli solunum problemlerinin başlıca nedenlerini oluşturuyor. Bu şartlar altında Amerika Birleşik Devletleri’nin İş ve İşçi Bulma Kurumu (U.S. Bureau of Labor) tarafından yayınlanan istatistik raporu kimse için şaşırtıcı olmasa gerek;

Solunum Terapistleri çok fazla rağbet görüyor.

Teknisyenden pratisyene kadar tüm aşamalarda ihtiyaç duyulan ve solunum problemleri, hayat kalitesi ve alerji ile mücadelede önemli bir yeri olan Solunum Terapistlerinin gelecekteki yeri çok parlak.

Biyoinformasyon (Bioinformatician)

‘Bioinformatics’; Moleküler Biyoloji alanında bilgi teknolojileri ve bilgisayar mühendisliğinden yararlanan bir uygulama dalı.

Moleküler biyolojinin ilgilendiği alanlarda yapılan her keşif; bir Bioinformatist’in analiz etmesi, haritalandırması ve 3 boyutlu modellemeler yaratarak DNA ve protein yapısını incelemesi için yeni bir proje anlamına geliyor. Bu alanda yapılan tüm araştırmalar genetik alanında yapılan çalışmaları desteklemesi açısından hayati öneme sahip.

Moleküler Biyoloji bilim dalının ortaya çıkardığı yeni gelişmeler ışığında depolanan verinin algoritmik hesaplamaları, sınıflandırılması, işlenmesi ve istatistiki olarak derlenmesi için Bioinformatist’in yardımına ihtiyaç duyuluyor. Bu veriler doğrultusunda çözülecek problemler, oluşturulacak teoriler ve yapılacak analizler sonucunda umuyoruz ki genetik; büyük oranda çözülmeyi bekleyen bir muamma olmaktan çıkarak insan hayatını kolaylaştırmak ve geliştirmek üzere yönlendirilebilecek.

Kök Hücre Araştırmacısı (Stem Cell Researcher)

Kök hücre araştırmaları kamuoyundaki bilinirliği yaygınlaştığından beri, süreçleri ve etik sınırları açısından tartışılmaya devam edilen bir konu olsa da değişmeyecek olan tek bir gerçek var ki; geri dönüşü olmayan bir aşamayı geçmiş genç bir bilim dalı olarak geleceği şekillendirmeye devam ediyor.

Alzheimer, Parkinson, Lösemi, Kanser, Sinir Sistemi ve Kalp Hastalıklarının tedavisinde kullanılabilmesi için yoğun çalışmalar yürütülen Kök Hücre araştırmaları; bu hücrelerin sadece insan embryo'sundan ve fetal dokulardan elde edilebilir olması sebebiyle din adamlarını, politikacıları ve toplumun muhafazakar kesimini rahatsız etmiş, ABD’de uzun süreli tartışmalar yaşanmıştı.

Fakat bilim yine de gelişmeye ve insan hayatını iyileştirmek için yürütülen çalışmalara temel olmaya neyse ki devam etti.

2004 yılından beri süren araştırmalar gösterdi ki; yalnızca embriyodan değil kemik iliğinden sağlanan kök hücreler ile de –daha az etkin olmasına rağmen- olumlu sonuçlar elde edilebiliyor.

Muhafazakarlar neye karşı çıkıyor?

Yeni bir embriyonun yeni bir hayat olduğunu söyleyerek, etik açıdan kürtaja karşı çıktıkları gibi yok etmek üzere yeni bir embriyonun üretilmesine de itiraz ediyorlar.

Neyseki yeni gelişmeler sayesinde kök hücre elde edilebilmesi için, yeni bir embriyo üretilmesine gerek kalmadı. Mevcut kök hücreler kullanılarak kişiden elde edilen deri hücresi yeniden programlanıp yeni ve genç kök hücre üretimi başarıyla sağlanabiliyor.

Bu yalnızca yurt dışında uygulanan birşey değil. Araştırmaların temeli yurtdışında atılmış olsa da Türkiye’de bu alanda önemli gelişmeler oluyor.

Örneğin; 2004 yılında şeker hastalığı yüzünden ayağını kaybetme tehlikesi olan bir hastaya Gaziantep SSK'nın girişimi ve Hollandalıların katkısıyla kök hücre nakledildi ve kök hücre, hastanın ayağını kesilmekten kurtardı.

Biri Hollandalı 12 kişilik ekip, hastanın kan dolaşımı durmuş ayağına, kemik iliğinden alınıp Hollanda'da ayrıştırılan kök hücre nakletti.

Günümüzde ise kemik iliğinden alınan kök hücrenin ayrıştırılabilmesi için örneklerin yurt dışına gönderilmesine gerek kalmıyor. Bu işlem Türkiye’de de gerçekleştirilebiliyor.

Bu alanda yaşanan en son gelişme yine ABD’den geldi;

Başkan Obama 10 yıl süren bekleyişin sonunda 13 yeni embriyonik kök hücre dizisini tıp araştırmalarında kullanılmak üzere onayladı. 2000’li yılların başından itibaren araştırmacılar; yalnızca izin verilen ve önceden onaylanmış 60 kök hücre dizisi ile çalışabiliyordu.

Yapay Organ / Implant Tasarımcısı (Custom Implant Organ Designer)

Kök Hücre çalışmaları ile benzer bir seyirde ilerleyen yapay organ araştırmaları, nanoteknolojinin ve moleküler biyolojideki gelişmelerin ışığında her geçen gün daha uygulanabilir ve maddi açıdan karşılanabilir hale gelmeye devam ediyor.

2007’de İsrailli bilim adamları gerçek bir kalbin tüm özelliklerini taşıyan minyatür bir kalp üretti. Kan damarlarına sahip ve gerçek bir kalp gibi atabilen minyatür kalp dokusunun üretilmesinin, gelecekte, kalp krizi geçiren ve kalbi zarar gören binlerce hastanın tedavisinde kullanılabileceği ileri sürülmüştü.

Araştırmada, biyoteliyal ve fibroblast kalp hücreleri, bakterilerin gelişimini engelleyen özel bir sünger üzerine yerleştirilmiş ve bu dokunun kalbe enjekte edilmesiyle kalp krizi sonucu kalbi hasar gören hastaların tedavi edilebileceğini gösteren bulgular elde edilmişti.

Tıp tarihindeki ilk yapay organ nakli 2006’ta ABD Boston’da bir çocuk hastanesinde gerçekleştirilirken günümüzde bu alandaki gelişmeler hızla ilerlemeye devam ediyor.

Birçok insana bilimkurgu filmlerinden fırlamış gibi görünen düşünceler hızla gerçek olmaya başladı bile.

Masaj Terapisti (Massage Therapist)

Modern çağın en büyük problemlerinden ikisi; stres ve hareketsizlik.

Plaza hayatı, kübik ofisler, bilgisayar başında sabitlenmiş işler, iş yetiştirme süreçleri, ekonomik zorluklar ve stres; eğitimli masaj terapistlerine duyulan ihtiyacı arttırdı. Giderek endüstrileşen bu meslek, gelecek 10 yılın en çok rağbet gören ve en çok ihtiyaç duyulan ilk 10 iş kolundan biri olarak görülüyor.

Hemşire (Nurse)

Türkiye’de üniversitelerin hemşirelik ile ilgili lisans eğitimi veren fakülte ve yüksek okullarından mezun olan ve diplomaları Sağlık Bakanlığınca tescil edilenler ile öğrenimlerini yurt dışında hemşirelik ile ilgili, Devlet tarafından tanınan bir okulda tamamlayarak denklikleri onaylanan ve diplomaları Sağlık Bakanlığınca tescil edilenlere Hemşire unvanı verilir.

2008’de Sağlık Bakanlığı’nca yapılan bir açıklamaya göre Türkiye'nin yılda 20 bin hemşire yetiştirmeye ihtiyacı var; "Gelişmiş AB ülkelerinde her 100 bin kişiye 730-740 hemşire düşerken Türkiye'de ise her 100 bin kişiye 130 hemşire düşüyor.”

2009’da bu alandaki açık sayısı azalacağına artmaya devam etti;

“Ali Kabaş, Türkiye’deki hemşire sayısının, Avrupa ülkelerinde 100 bin kişiye düşen hemşire ortalamasının en az 7 kat altında kaldığına dikkat çekerek sağlıklı çalışma koşulları ve hizmet kalitesinin artması için hemşire istihdamının artırılmasının şart olduğunu, hastanelerdeki fazla iş yükünün hafifletilmesi için ivedilikle personel ihtiyacının karşılanması gerektiğini söyledi.”

Dünyada da her an ihtiyaç duyulan ve profesyonel bir eğitim sürecinden geçirilerek hastanelere, sağlık kuruluşlarına ve bakım evlerine atanan hemşireler; gelecek 20 yılın en elzem mesleklerinden birine sahip olmaya devam edecek.

Evde Bakım Asistanı (Home Health Care Aide)

Gelir düzeyi yüksek ülkelerdeki ortalama ömür süresi kadın ya da erkek fark etmeksizin uzamaya ve bu nüfusun evde sağlanacak bakım hizmetine duyduğu ihtiyaç da doğru orantılı olarak artmaya devam ediyor. Yalnızca yaşlılar değil, sürekli / kesintisiz bakım ihtiyacı duyan hastaların bakımı da bu kapsama alınabilir.

Özel merkezlerin yanında devlet tarafından da bakım hizmeti sağlananabilen Türkiye’de bu alandaki hizmetlere yönelik özel koşullar belirlenmiş durumda.

Evde Bakım Hizmetini düzenleyen “yasal ilkeler”e bir göz atacak olursak, 2828 sayılı Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Kanunu'nun ek 7'nci maddesine göre;

“Her ne ad altında olursa olsun her türlü gelirleri toplamı esas alınmak suretiyle; kendilerine ait veya bakmakla yükümlü olduğu birey sayısına göre kendilerine düşen ortalama aylık gelir tutarı bir aylık net asgari ücret tutarının 2/3'ünden daha az olan bakıma muhtaç özürlülere, resmi veya özel bakım merkezlerinde ya da ikametgâhlarında bakım hizmeti verilmesi sağlanır. Bakıma muhtaç özürlülere sunulacak bakım hizmetinin karşılığı olarak belirlenecek kişi başına aylık bakım ücreti tutarı, iki aylık net asgari ücretten fazla olamaz./ Bakıma muhtaç özürlülerden Kurumca ve diğer resmi kurumlarca bakılanlar dışında kalanlara ilişkin bakım ücreti, bu amaçla Kurum bütçesine konulacak ödeneklerden karşılanır...”

Evde Sağlık Bakımı Hizmetleri, ameliyat sonrası bakım gereksinimi olanlardan uzun süreli bakıma ihtiyacı olan hasta ve yaşlılara, yeni doğum yapan annelerden tedavisi evde de sürdürülebilecek hastalara, kısa süreli hemşirelik hizmetlerine gereksinim duyanlardan, aşılama ve laboratuvar tetkikleri gibi hizmetleri evinde veya işyerinde almak isteyenlere kadar çok geniş bir yelpazede ihtiyaç sahiplerine hitap etmektedir. Evde Sağlık Bakımı Hizmetleri alanlar arasında en büyük çoğunluğu oluşturan gruplar aşağıda sıralanmıştır.

* Ameliyat sonrası bakım ihtiyacı olanlar

* Ortopedi ve Travmatoloji hastaları

* Kalp, Damar ve Hipertansiyon hastaları

* Hemipleji (Felçli) hastaları

* Onkoloji (Kanser) hastaları

* Akciğer ve Solunum hastaları

* Diabet hastaları

* Nöroloji hastaları

* Oksijen tedavisine ihtiyacı olan diğer hastalar

* Yeni doğum yapan anne ve bebekleri

* Bakım ihtiyacı olan yaşlılar ve özürlüler

* Yara bakımı, enjeksiyon, infüzyon ve diğer kısa süreli hemşirelik hizmetlerine ihtiyaç duyanlar

* Grip, Hepatit-B, Zatüre gibi hastalıklardan korunmak için aşılanmak isteyenler

* Laboratuvar tetkik ve test hizmetlerine ihtiyacı olanlar

* Evinde her türlü medikal ekipman ihtiyacı olanlar vb.

Evde bakım, sağlık hizmetlerinde kalite artışı getirmektedir. Sağlık bilinçlenmesini artırmaya da katkı sağlamaktadır.

Eczacı (Pharmacist)

Hiç ölmeyen bir klasik. Her ne kadar son günlerde Türkiye’deki Eczaneler ve Sağlık Bakanlığı arasında süregelen anlaşmazlıklar, eczacılığı ‘ideal meslek’ kavramından uzaklaştırmış gibi görünse de önümüzdeki 20 yılı düşündüğümüzde bu hiç de böyle değil.

Sizin de fark edeceğiniz üzere ‘Geleceğin Meslekleri’ listesinde ilk 10’a damgasını vurmuş sağlık sektöründeki gelişmeler; arz / talep dengesini bu meslekleri icra edenler lehine çeviriyor. Yine ABD’de yapılan bir araştırmaya göre, son yıllarda sayıca artış gösteren Eczanelerin daha iyi hizmet verebilmesi için iyi eğitimli ve donanımlı eczacılara oldukça fazla ihtiyaç duyuluyor.

Eczacılık ülkemizde ‘yalnızca ilaç ticareti’ olarak algılansa da aslında sentetik, yarı sentetik veya biyolojik kökenli ilaç hammaddelerinin elde edilmesi, fiziksel, kimyasal ve biyolojik özelliklerinin incelenmesi, değerlendirilmesi, kaliteli ilaç üretimi ve ilaçların saklanması, kullanılması gibi konularla da ilgilenen son derece önemli bir meslektir. ‘Ezcane açmak’ bu döngünün yalnızca tedarik ve satış sürecini oluşturur.

Avrupa’da yapılan araştırmalara göre ilaç firmalarında istihdam edilmek istenecek eczacı sayısının önümüzdeki 10 yılda %30 artış göstermesi bekleniyor.

Marketlerde ilaç satılması nasıl bir uygulama ve Eczacılar bundan nasıl etkilenecek?

İlaçların marketlerde satılması yeni birşey değil. Örneğin ABD'de ilaçlar marketlerde satılıyor ve bu nedenle, hatalı ilaç kullanımından hayatını kaybedenler sayısı bakımından ABD, listenin ilk sırasında yer alıyor.

Almanya’da da vitamin, öksürük şurubu, pastil gibi reçetesiz ilaçlar rahatlıkla marketlerde satılabilmektedir.

Özellikle ABD’de ilaç; reklamı serbest olan ticari bir mal olarak algılanır. 2009 itibarı ile kişi başına düşen en fazla ilaç harcaması 680 Amerikan Doları ile ABD'de yaşayanlara aittir.Türkiye'de ise bu rakam 68 Amerikan Dolarıdır.

Türkiye’de de bu uygulamaya geçilirse Eczanelerin toplam kazanç pastasındaki payı düşecek ve bilinçsiz ilaç kullanımı mutlak oranda artacaktır.

15 Ocak 2010 Cuma 0 yorum

Sağlık Sigortaları kapsamı dışında kalan durumlar nelerdir?

Sağlık Sigortalarında da diğer tüm sigortalarda olduğu gibi güvence altında olan ve olmayan haller özel ve genel şartlar ile belirtilmiştir. Sağlık Sigortası genel şartları her sigorta şirketi için aynıdır. Özel şartlar ise şirketler arasında farklılık gösterir.

Bir hastalık kapsam dışı bırakılırken genelde şöyle maddeler olabilir:

Sağlık sigortası X hastalığının teşhisinden itibaren 1 sene süreyle kullanılamaz,
Sağlık sigortası X hastalığının teşhisinden itibaren 2 sene süreyle kullanılamaz,
Sağlık sigortası X hastalığının tedavisinde ömür boyu kullanılamaz,

Kapsam dışı olan hastalıklara örnekler:

* Sinüs ameliyatı,
* Menisküs ameliyatı,
* Geniz eti ameliyatı,
* Burun kemiği eğriliği ameliyatı,

Sebepleri:

Bu hastalıklar ortaya çıktığı andan itibaren hemen ameliyat olmanızı gerektirmiyor. Gerektirse bile kötü niyetli kişilerin sigorta şirketlerini suistimal etmeye çalışmasından ötürü 1,2 senelik blokeler konulabilmektedir.

Genel şartlara göre Sağlık Sigortası kapsamı dışında kalan haller aşağıda belirtilmiştir:

Savaş ve savaş niteliğindeki hareketler ve bunlardan doğan iç kargaşalıklar,

Suç işlemek veya suç işlemeye teşebbüs etmek,

Tehlikede bulunan kişileri ve malları kurtarma hali hariç, sigortalının kendisini bile bile ağır bir tehlikeye maruz bırakması,

Deprem, sel, yanardağ patlaması ve toprak kayması,

Esrar, eroin gibi uyuşturucuların kullanımı,

Nükleer rizikolar,

Sigortalının intihara teşebbüsü nedeniyle meydana gelebilecek hastalık veya yaralanma halleri ile poliçede belirtilmiş olan kapsam dışı özel durumlar,

Sigortalının kaza sonucu acilen sağlık kuruluşuna yatırılmasını gerektiren haller dışında ferdi poliçelerde poliçe başlangıç tarihinden itibaren ilk 30 günlük süre teminat dışıdır.

Sigorta başlangıç tarihinden önce, sigortalının varlığından haberdar olduğu, tetkik yaptırdığı ve tedavi gördüğü rahatsızlıklar, kazalar ve her türlü giderler,

Resmen ilan edilmiş salgın hastalıklar,

Kazaen yaralanma dışındaki her türlü estetik ve plastik cerrahi müdahaleler, kozmetik amaçlı tedaviler, bacak varisi tetkik ve tedavisi, tatlandırıcılar, şişmanlık tetkik ve tedavisi, şifa kürleri, çamur banyoları, karantina, akupunktur, masaj vb., huzurevi, senatoryum, kaplıcalar, jimnastik ve güzellik salonları gibi poliçede belirtilen "Sağlık Kuruluşu" tanımına uymayan kuruluşlardan alınan faturalar, alternatif tıp tedavi masrafları, bilimselliği kanıtlanmamış tedaviler,

Poliçede belirtilen "Doktor" tanımına uymayan kişiler (fizyoterapist, diyetisyen, özel hemşire vb.) tarafından yapılan tedavi ve bakımlarla ilgili tüm masraflar,

Kısırlık tetkik ve tedavisi, medikal ve cerrahi her tür yapay döllenme, üreme organlarıyla ilgili yapısal bozukluklar, cinsel işlev bozuklukları, her türlü sünnet, tıbben zorunlu olsun ya da olmasın her türlü kürtaj ve düşük giderleri, kısırlaştırma, doğum kontrol yöntemlerine ait giderler,

Kısırlıkla ilgisi olsun ya da olmasın, her türlü varikosel tetkik ve tedavilerine ait giderler,

Sigortalı olunmadan önceki maluliyetler ve bunların gerektirdiği tedavi, ameliyat ve organ nakilleri ile doğuştan gelen anomali ve hastalıklara, büyüme ve gelişme geriliği tetkik ve tedavilerine ait giderler,

Check-up mahiyetindeki doktor muayene tetkik giderleri ve periyodik kontroller,

Psikiyatrik hastalık tedavisiyle ilgisi olsun veya olmasın psikotrop ilaçlar, psikiyatrik hastalıklar, psikiyatri kliniklerinde ve/veya psikiyatri doktorları ve psikologlar tarafından yapılan tetkik ve tedavilerine ait giderler,

Çocuk mamaları, çocuk bezleri, biberon ve emzikler; her türlü sabun şampuan ve solüsyon, alkol ve kolonyalar; hidrofil pamuk, termometre, buz kesesi, sıcak su torbası vb. sıhhi malzemeler; uyku apne cihazı, işitme cihazı, tekerlekli iskemle, ortopedik tabanlık, atel, dizlik, korse, diş protezleri benzeri yardımcı tıbbi malzeme ve cihazlar ile telefon, TV masrafları, tedavi için gerekli olmayan malzemeler ve sair idari masraflar,

Kuduz ve tetanos dışında kalan aşılar ve bu aşılarla ilgili test giderleri,

Astım ve alerjik hastalıkların tetkik ve tedavi giderleri,

Teminat dışı bir durum nedeniyle ameliyat ve doğum teminatı ile ilgili ödeme yapılmaması halinde, ödenmeyen durum için yapılan her türlü doktor, ilaç, tanı, oda-yemek-refakatçi harcamaları ve her türlü harcama,

Gebelik ve doğumla ilgili ya da onların neden olduğu rahatsızlıklara ilişkin her türlü doktor muayene, tetkik ve tedavi giderleri, hamilelik süresince yaptırılan muayene ve tetkik giderleri,

AIDS ve HIV virüsüne bağlı hastalıklar ile zührevi hastalıkların teşhis ve tedavi masrafları,

Organ, doku nakillerinde organ ya da dokusu alınan kişinin masrafları, organ ya da doku ücretleri, organ ve dokunun ulaşım masrafları,

Tehlikeli sportif faaliyetlere (binicilik, sürücülük, dağcılık, dalgıçlık, paraşütle atlama vb.) ve profesyonel veya amatörce her türlü müsabakaya ve antremana katılım sırasında meydana gelecek hastalık ve sakatlıkların tetkik ve tedavilerin giderleri,

Reçetesiz, faturasız ve küpürsüz alınan ilaç bedelleri ile faturasız diğer masraflar,

Sigortalının tazminat talebinde bulunurken yaptığı ulaşım ve sigortacı tarafından istenilen belgelerin hazırlanması ile ilgili masraflar,

Diş teminatı olmayan poliçelerde hangi nedenle olursa olsun diş, diş eti ile diş tedavisini de içine alan çene cerrahisine ilişkin tüm giderler,
Gözlük, cam, çerçeve, lens giderleri (gözlük, çerçeve, lens giderleri, gözlük teminatı olan poliçelerde bu teminattan karşılanır),

Gözde kırılma kusurunun (miyopi vs.) giderilmesine yönelik müdahaleler,

Kronik böbrek hastalıkları için uygulanan renal dializ giderleri,

Poliçede yer almayan teminatlara ilişkin her türlü tetkik ve tedavi giderleri,

Sedef, siğil, akne (sivilce), lipom, kist sebase (yağ bezesi), nevüs (ben), horlama ve uyku apne sendromu, epilepsi (sara), menopoz ve komplikasyonlarının (kemik erimesi vb.) tetkik ve tedavilerine ait giderler.

Kaynak: www.sigortam.net
0 yorum

Diş sağlık sigortası kapsamına alınabilir mi?

Eğer özel sağlık sigortasından bahsediyorsanız, poliçenize eklenen özel teminatlar ile "belirli şartlar halindeki diş tedavisini de" sağlık sigortası kapsamına aldırabilirsiniz.

Örnek:

Kazaen diş tedavisi giderleri teminatı: Trafik kazası sonucunda meydana gelen diş rahatsızlıkları için yapılan tedavi giderleri bu teminat ile güvence altına alınır.

Sağlık Sigortaları kapsamı dışında kalan durumlar nelerdir?

Sağlık Sigortalarında da diğer tüm sigortalarda olduğu gibi güvence altında olan ve olmayan haller özel ve genel şartlar ile belirtilmiştir. Sağlık Sigortası genel şartları her sigorta şirketi için aynıdır. Özel şartlar ise şirketler arasında farklılık gösterir.

Genel şartlara göre diş ile ilgili Sağlık Sigortası kapsamı dışında kalan haller aşağıda belirtilmiştir:

1) Çocuk mamaları, çocuk bezleri, biberon ve emzikler; her türlü sabun şampuan ve solüsyon, alkol ve kolonyalar; hidrofil pamuk, termometre, buz kesesi, sıcak su torbası vb. sıhhi malzemeler; uyku apne cihazı, işitme cihazı, tekerlekli iskemle, ortopedik tabanlık, atel, dizlik, korse, diş protezleri benzeri yardımcı tıbbi malzeme ve cihazlar ile telefon, TV masrafları, tedavi için gerekli olmayan malzemeler ve sair idari masraflar,

2) Diş teminatı olmayan poliçelerde hangi nedenle olursa olsun diş, diş eti ile diş tedavisini de içine alan çene cerrahisine ilişkin tüm giderler,

Buna göre, özel sigorta şirketinizin sigorta şartlarına göre çene cerrahisi ve diş tedavisine yönelik "Diş Teminatı" sözleşmesi yaparak, özel sigorta kapsamına aldırabilirsiniz.

Eğer SSK'lı iseniz ve özel hastanede diş tedavisi olmak istiyorsanız ilgili haber:

"Özel sağlık kurum ve kuruluşları ile kurumla sözleşmesi olmayan resmi sağlık kurum ve kuruluşlarında diş tedavisi yapılmasıyla ilgili hükümler kaldırıldı.

SGK, Resmi Gazete'de yayımlanan “2008 Yılı Sosyal Güvenlik Kurumu Sağlık Uygulama Tebliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Tebliğ” ile diş tedavileri konusunda değişikliğe gitti.

Buna göre, Sağlık Uygulama Tebliği'nin özel sağlık kurum ve kuruluşları ile kurumla sözleşmesi olmayan resmi sağlık kurum ve kuruluşlarında diş tedavisi yapılmasıyla ilgili hükümleri yürürlükten kaldırıldı.

Söz konusu hükümler, müracaat edilen sözleşmeli resmi sağlık kurum veya kuruluşunca kron ve protez tedavisine 90 gün, dolgu tedavisine 30 gün, diğer diş tedavilerine de 45 gün içinde başlanamayacağının belirtilmesi ve kapsamda yer alan kişilerce talep edilmesi halinde serbest diş hekimliklerine, kurumla sözleşmesi olmayan resmi sağlık kurum veya kuruluşlarına, özel sağlık kurum veya kuruluşlarına sevk yapılabilmesine imkan veriyordu.

Ayrıca, kurumla sözleşmeli resmi sağlık kurum ve kuruluşu bünyesinde diş hekimi bulunmayan ilçelerde, serbest diş hekimi bulunması halinde resmi sağlık kurumu başhekimi tarafından serbest diş hekimliklerine veya özel sağlık kurum veya kuruluşlarına sevk yapılabiliyordu. Yüzde 40 ve üzerinde özürlü kişiler, diş tedavileri için özürlülük durumunu belgelendirmek suretiyle, tüm sağlık kurum ve kuruluşlarına veya serbest diş hekimliklerine doğrudan başvurabiliyordu.

Yapılan değişiklikle, diş tedavileri, kurum ile sözleşmeli resmi sağlık kurum ve kuruluşları tarafından yapılmaya devam edilecek.

Tebliğle ayrıca bu konudaki fiyatlandırma hükmü ile ve “Diş İşlemleri Sevk Formu” da yürürlükten kaldırıldı.

Düzenlemeler, 29 Ocak 2009'dan geçerli olmak üzere yürürlüğe girdi."

Bakın bir SSK'lı, Okmeydanı SSK Hastanesi'ndeki Dolgu Tedavisi ile ilgili neler yazmış:


"Bundan bir yıl kadar önce OKMEYDANI SSK DİŞ HASTANESİ’ne azı dişlerimde ağrı şikayetiyle doktora gittim. Öncelikle şunu söylemeliyim saat 7 ve ya 7.30 gibi orda olmanız sizin için iyi olur.

Dışarıda çok uzun bir sıra göreceksiniz ama bu sıra hastaneye gelen tüm hastalar içindir. Saat 8'de hastanenin kapısı açılıyor ve numaranızı alıp içeri salona geçiyorsunuz. Burda ilk tedavi ya da kontrol olarak numara alıyorsunuz. Numaranızı bankolarda bekliyorsunuz ama burda da hızlı ilerleyen bir sıra var. Şikayetinizi anlatıyorsunuz ve sizi ilk tedavi salonlarına yönlendiriyorlar. Bunların sırası da yine çok değil, çünkü 20 kadar ilk muayene odası var. Orda dişçi dişlerinizi kontrol ediyor, yapılması gerekenleri söylüyor, eğer gerekliyse çenenizin röntgenini çekiyor ve dişlerinize tartar temizliği yapıyor.

Benim dolgu sorunum vardı. Toplam üç taneydi. Bir ay gibi bir süre içinde bana randevu verdiler. Bu sefer geldiğinizde randevunuzun olduğunu söylüyorsunuz. Tedavinize göre üst katlara çıkıyorsunuz. Doktorlar çok fazla güler yüzlü değil ama "SSK hastanesinde diş yaptırılmaz" tabusunu burda yıkabilirsiniz. Üç adet azı diş dolgusu yaptırdım ve bunların hepsi daha sağlam olması açısından gri dolgudur.

Sadece ilk günler ağrı şikayetim oldu ama ondan sonra bu güne kadar hiç bir şikayetim olmadı. Güvenerek yine giderim. Ayrıca hastanede babam ve ablamda dişlerine köprü yaptırdı. İkisininde hiç bir şikayeti yok. Dolgu için bir ücret ödemiyorsunuz ama köprü için bir miktar ödemeniz gerekiyor, yine bu paranın bir kısmını Fındıklı’daki SSK şubesinden alabiliyorsunuz.

Eğer bir şikayetiniz var ise bu hastane hem ulaşım açısından hem de kalite açısından değerlendirilmesi gereken bir hastanedir. Çocuk servisleri de bulunmaktadır."


Umarım yardımcı olur.
0 yorum

Çevremizde domuz gribine yakalanan biri varsa ne yapmalıyız?

Domuz Gribi virüsü insanlara nasıl bulaşır?

Hastalık; virüslü kişinin öksürmesi, konuşması, hapşırması ile havaya saçılan virüslerin havada asılı kalması ve damlacık enfeksiyonu şeklinde o havayı soluyan kişilere bulaşması ile yayılır.

Eğer hasta kişi elini ağzına götürür ve etrafına dokunursa, virüs dokunduğu yerlere de bulaşır. Bu da hastalığın yayılmasında büyük bir etkendir.

Grip hastaları yoğun olarak 4-5 gün süreyle virüs saçmaya devam eder ama özellikle çocuklarda bu süre 2 haftaya kadar çıkabilir. Pratikte, hastanın ateşinin düşmesinden itibaren 24 saat sonra virüs saçılmasının durduğu kabul edilir.

Dolayısı ile bu kişiden uzak durmanız, eşyalarını kullanmamanız, 24 saat içersinde iyi havalandırılmamış bir ortak mekanda yer almamanız ve hastalık tanısı konulduktan sonra ortalama 1 hafta boyunca maskesiz -ve hatta mümkünse eldivensiz- temasta bulunmamanız gerekir.

Eğer çocuğunuz veya sürekli yanında bulunmanız gereken bakıma muhtaç bir kişiyse, bulunduğu odayı düzenli olarak havalandırmaya, yediği / içtiği tabak / bardak vs.nin, diğer bulaşıklarla beraber yıkanmadığına, kıyafetlerinin başka kişilerce giyilmediğine, el, vücut vb. havlularınızın ayrı olduğuna ve hergün sıcak su / deterjan ile dezenfekte edildiğine, hasta kişinin evcil hayvanlarınızla temas etmediğine dikkat edin.

Hastalıktan korunmanız önemli ama hastanın psikolojisi de önemli... Hastaya, "dokunulmaması, aynı odada bulunulmaması gereken ve karantina altına alınmış ölümcül bir vaka" gibi davranmayın. Kişiye moral verin, sürekli sıcak sıvı, çorba ikramında bulunun ama yemek / içmek istemiyorsa zorlamayın, eşya alışverişlerinizde direk temastan kaçının, örneğin eşyayı yatağının ucuna veya bir sehpanın üzerine bırakın.

Diğer mekanlarda Domuz Gribi'nden nasıl korunabiliriz?

* Mümkün olduğunca kapalı ve kalabalık mekanlarda bulunmamalı,

* Tokalaşma ve öpüşme yerine uzaktan selamlaşılmalı,

* Eller sık sık yıkanmalı ve mecbur kalınmadığı sürece toplu taşıma araçlarının tutamaçları ile kamusal alanların sıkça el temasına maruz kalan trabzan ve merdiven kenarlıklarına dokunulmamalı,

* Eller yıkansa da yıkanmasa da burun ve göze temas ettirilmemeli,

* Başkalarının eşyaları kullanılmamalı,

* Öksürürken ve hapşırırken ağız tek kullanımlık mendillerle kapatılmalı ve mendil hemen atılmalı, asla ceplerde ve torbalarda biriktirilmemeli,

* Suyun olmadığı yerlerde alkol bazlı jeller kullanılarak el temizliği yapılmalı,

* Kıyafetler klorlu su, sabun veya deterjanla dezenfekte edilmeli,

* İyot bazlı antiseptik hijyen malzemeleri kullanılmalı,

* Düzenli egzersiz ile bağışıklık sistemi güçlendirilmeli, her gün mutlaka 30 dk süreyle tempolu bir şekilde yürünmeli,

* Üşütecek kadar ince veya aşırı terletecek kadar sıkı giyinilmemeli,

* Tavuk suyu, sebze çorbası, taze ve hormonsuz bitkilerle yapılan mevsim salatası, taze ve oda sıcaklığında saklanan meyve gibi besinler hergün tercih edilmeli,

* Soğan ve sarımsak, küçük, şekilsiz ve kırmızı elmalar, Palamut, Hamsi gibi taze ve yüzey balıkları (Mezgit gibi dip balıkları tercih edilmemeli), pastörize ve günlük tüketime uygun süt, süt ürünleri, katkı maddesiz yoğurtlar, kefir ve yumurta ile beslenilmeli.

* Boğaz; Ihlamur, Adaçayı, Nane & Limon ve Papatya Çayı gibi bitkisel çayları sıcak tüketerek sürekli enfeksiyondan temizlenmeli,

* Her akşam yatmadan önce mutlaka tuzlu su ile gargara yapılıp, dişler fırçalanmalı,

* Şeker ve hazır katkı maddeli gıdalardan, asitli içeceklerden ve sigaradan kesinlikle uzak durulmalı,

* İç çamaşırları her gün değiştirilmeli ve genital bölge temizliğine en az el temizliği kadar özen gösterilmeli,

* Mecbur kalınmadığı sürece kamusal alanlardaki tuvaletlere girilmemeli, eğer dini inançlar gereği abdest alınacak veya namaz kılınacaksa kalabalık olmayan ve hijyene dikkat edilen ibadethaneler tercih edilmeli.
0 yorum

Koyu renkli benler kanser belirtisi midir?

Benler neden oluşur?

Dermatolojinin oldukça özel alanlarından birtanesi olan benler; bazı benlerin "kanserleşme" özelliği bulunduğu için dikkat ve özenle izlenmelidir. Benlerin hepsini, oluşumuna ve türüne göre tek bir nedensel faktöre bağlamak mümkün olmadığı için, gelişmelerini engellemek tam olarak mümkün değildir.

Benler kabaca ikiye ayrılabilir;

Doğumsal benler ve edinsel benler.

Doğumsal benler genellikle doğumla birlikte var olan ve ilk 2 yaş içersinde orata çıkan benlerdir.

Edinsel benlerse sonraki yaşlarda çeşitli faktörler nedeniyle ortaya çıkan benlerdir. Beyaz ırkta, hemen hemen her yaş ve özellikteki insanda, çeşitli sayı ve yapıda ben bulunur. 20-30 yaş arasında ben sayısı maksimuma ulaşır, ondan sonra yavaş yavaş azalırlar.

Hastanelerin dermatoloji servislerinden destek alarak "düzenli ben takibi" yapabilirsiniz. Özellikle büyük hacimli et benlerinin ve koyu renkli, tüylü ve şekilsiz benlerin mutlaka bir uzman tarafından incelenmesi gerekiyor.

Bizim "koyu renkli" olarak sınıflandırdığımız "Displastik Nevüs Sendromu" adı verilen benlere mutlaka önem göstermelisiniz.

Displastik Nevüs Sendromu nedir?

Kısaca "Sıra dışı benler" olarak adlandırabileceğimiz bu benler; Kişideki atipik melanom gelişiminin göstergesi olabilir. Kaynağını melanositlerden alan ve beyaz tenlilerde daha sık görülen, agresif seyirli, bir çeşit cilt kanseri olan Malign Melanom'un erken teşhis ve tedavisi için; bu benlerin takibi ve analizi oldukça önem arz eder.

Sıradışı benler çok farklı biçimde görülebilir. Sıklıkla aşağıdaki bulguları gösterirler:

* Benin bir tarafının daha geniş olması
* Benin çevresinin düzensiz olması
* Değişik renkler içermesi (kahverengi, siyah, kırmızı ve beyaz)
* 6 milimetreden daha büyük olması
* Hafifçe deriden kabarık olması

Sıra dışı benler nerede görülürler?

Bu tür benler vücutta her yerde görülebilir. Genellikle ergenlik döneminde ortaya çıkar. Bu tarz benler güneş gören alanlarda, sırt ve bacaklarda sık görülür.

Tek bir sıra dışı ben bulunması ne anlama gelir?

Kendisinde ve ailesinde melanom bulunmayan, fakat 1-4 arası sıra dışı beni olan kimseler, toplumdaki diğer bireylere göre biraz daha fazla Melanom riski taşır. Bununla birlikte sıra dışı bir ben melanom ile aynı değildir. Çok agresif tedavi yaklaşımlarına gerek yoktur. Fakat değişiklik olduğunda muhakkak biyopsi alınmalı veya koruyucu olarak ben tamamı ile cerrahi olarak alınmalıdır.

Bir kişide çok sayıda ben ve sıra dışı ben bulunması ne anlama gelir?

Eğer kişide veya ailesinde melanom varsa melanom gelişim riski yüksektir. Bir kişide çok sayıda normal ve sıra dışı ben var ve yakınlarında melanom var ise; bu durum ailesel sıra dışı ben tablosu olarak adlandırılır.

Ailesel Sıra dışı ben tablosu nedir?

Bu tabloda aşağıdaki kriterler vardır:

1. Birinci derece akrabalar (anne baba çocuklar ve kardeşler), ikinci derece akrabalarda (büyükanne, büyükbaba, amca, dayı, hala, teyze) melanom bulunması
2. Ben sayısının 50 den fazla olması ve bu benlerden bazılarının sıra dışı olması
3. Mikroskobik olarak tipik sıra dışı ben bulgularının bulunması

Ailesel Sıra dışı ben tablosuna sahip olmak ne anlama gelir?

Bu kişilerin melanom olma riski anlamlı olarak yüksektir. Benlerin sayısı ve melanom bulunan aile bireylerinin sayısının artması melanom gelişim riskini arttırır.

Dermatoloji Uzmanı tarafından sıra dışı ben tablosu tanısı olanlar ne yapmalıdır?

Bu kişiler kendi derilerini 2-3 ayda bir kendileri kontrol etmelidir. Melanomun erken belirtileri hakkında bilgi Dermatoloji uzmanlarından alınabilir. Hastalar ergenliğin başlangıcından itibaren 3-12 ayda bir Dermatoloji Uzmanına muayene olmalıdır. Hatta Dermatologunuz göz muayenesi ve fotografik ben takibini isteyebilir. Tüm bu işlemlerin amacı melanomun erken tanınmasını sağlamaktır ve muhakkak yapılmalıdır. Melanom erken evresinde yakalandığında tedavi şansı daha yüksektir.

Melanom gelişiminden korunmak için neler yapılabilir?

Güneşten korunmak, melanomdan korunmak için yapılabilecek en önemli şeydir. Sabahın geç saatlerinde ve öğlen vakti dışarıda yapılan aktiviteler yasaklanmalı, her zaman güneşten koruyan şapka ve kıyafetler giyilmelidir. Kısa süreli güneşe maruz kalma esnasında da 15 faktör ve üzerindeki güneşten koruyucuların kullanımı tavsiye edilir. Güneşten koruyucular yarım saatte bir yeniden sürülmelidir. Bütün bu önlemler melanomdan korunmak için oldukça önemlidir.

Kaynak: http://www.cilthastaliklari.com/
0 yorum

Astım krizi sırasında astım ilacı yanımızda yoksa ne yapmamız gerekir?

Astım krizi sırasında birden başlayan nefes darlığı, hırıltı ve "boğulma hissi" paniğe neden olabilir. En önemli ve hayati kural, sakinleşmeye çalışarak bilincimizi olabildiğince açık tutmaktır.

Nefes açıcı spreyiniz yanınızda yoksa; burnunuzdan ve diyaframdan nefes alıp-vererek, nefes ritminizi ve nefes açlığı krizinizi kontrol altında tutmaya çalışın.

Böyle bir durumda düzensiz soluk alıp verme, çırpınma, boğulma düşüncesi ve panik sizi çok daha kötü bir duruma sürükleyebilir. Bu yüzden pozitif telkinin gücünü kesinlikle göz ardı etmeyin.

Eğer kriziniz şiddetlenmeye devam ederse, cep telefonunuzdan HEMEN 112'yi arayın. Bir yakınızı arayarak vakit kaybetmeyin.

Eğer cep telefonunuz yoksa yardım isteyebileceğiniz ya da diğer insanların sizi görebileceği bir yere ulaşmaya çalışın. Eğer böyle bir yer bulunmuyorsa, yüksek sesle bağırmaya çalışarak nefes alıp verişlerinizi düzensizleştirmek yerine, temiz hava alabileceğiniz en yakın yere ulaşmayı deneyin. (Tuvalet, banyo vb nemli yerler ve yatak odası, ardiye gibi temizlik maddeleri, toz, deterjan bileşenleri içerebilecek yerler yerine temiz hava alabileceğiniz balkon ya da pencere önüne gidin.)

Ev dışında yaşanabilecek ve bizi hazırlıksız yakalayacak astım krizlerinden korunmak için ne yapabiliriz?

Toz tutan yünlü, tüylü ve sentetik kumaşlar giyerek dışarı çıkmayın.

Petshop'lara, kuş ve balık dükkanlarına girmeyin. Sokak kedileri ve köpeklerini yakından sevmeyin. (Tabii onlara kötü de davranmayın...)

Kapalı ve kalabalık ortamlara ya da sigara içilen mekanlara mümkün oldukça gitmeyin.

Büyükşehir belediyelerinin web sitelerinden hava kirliliği ve nem oranı raporlarını takip edin.

İnsanları yanınızda sigara içmemeleri, parfüm, kolonya, ıslak mendil vb. şeyler kullanmamaları yönünde uyarmaya çekinmeyin.

Çok sıcak ve rutubetli havalarda ya da çok kuru ve soğuk havalarda dışarı çıkmayın.

Kahvaltıda kara turp suyu, bıldırcın yumurtası ve keçiboynuzu pekmezi tüketin. Bunlar, astım krizlerini tamamen geçirmese de tedavi ve rahatlatma da önemli katkıları bulunan doğal besinlerdir.

Bu durumlarla karşılaşmamak için (Ventolin) spreyiniz ve 1 adet yedek tüp mutlaka çantanızda bulunsun.

Düzenli olarak her üç ayda bir korunma ve dezensitizsasyon iğnelerinizi olun.

Alerjik astım veya ani nefes darlığı gibi durumlarda, soluk alışverişini düzenlemek için kullanılan "Seredite Diskus" adlı ilacı yanınızda bulundurabilirsiniz. Fakat bu ilacı kullandıktan sonra mutlaka ağzınızı çalkalayın, aksi takdirde mantar oluşuma sebebiyet verebilir.

Antibiyotik kullanırken mutlaka doktorunuza danışın. Bazı ilaç ve antibiyotikler astımın baş tetikleyicileri olabiliyor.